28 Mart 2020 Cumartesi

Yalılar, Sahiller ve Dinamitler

     Başarılı olmak için para lazım, mutlu olmak içinse daha fazla para lazım. Kaliteli yaşamak, istediğin her şeyi başkalarının senin adına yapması ve senin bunlara her istediğinde ulaşabilmendir. Görünüm olmazsa olmazdır mesela başarılı olma yolunda, karşındakinin seninle alakalı ilk düşünceleri çok önemlidir ve her şeyi değiştirir. Bunun için sana  ait, bir odanın tamamını kaplayan gardrobun olmalı (giyinme odası) ve o gardrop da modayı takip ederek sürekli güncellenmeli ve içi rengarenk giysiler ve ayakkabılarla dolu olmalı (daha başka gereklilikler de var elbet ayrıntıya girmeyeceğim). Bütün bunlara sahip olmak çalışmaktan geçiyor tabii ama nasıl bir çalışmak? Çalıştığın işi  sevmelisin elbette ama bu sana saygınlık da getirmeli. En ideal, saygın ve mutluluk getirecek çalışma şekli iç mimarların güzelce döşediği plaza ofislerinde masa başı işlerdir muhakkak. Bitti sandıysan yanılıyorsun. Asıl şimdi başlıyoruz. En iyi okulları bitirip gayet SAYGIN bu işi kaptın diyelim ve bu işi kapan herkes gibi şunu artık anlamış olmalısın ki uzun süredir içinde bulunduğun bu yarış ve rekabet artık kızışacak. Sen değerlisin ve bundan sonra yapacağın her şey senin mutluluğun için. Mutlu ve başarılı olmak istiyordun değil mi? En tepeye oynamalısın, bütün rakiplerini elemelisin. Unutma her şey senin için ve etrafındaki herkes seni saf dışı bırakmak niyetinde. Alenen yapmadığın müddetçe başarı yolundaki her hareket mübah. Ancak tepeye ulaştığında ve çevrendeki herkes senin yenilemez, ulaşılamaz olduğunu kabul ettiğinde MUTLU olabilirsin. O dakikadan sonra diğerleri senin mutluluğun için çalışacak ve onları zerre düşünmek  zorunda olmayacaksın.
     Az önce okudukların ülkemizde ve diğer yabancı ülkelerde televizyonları işgal eden dizilerin bende oluşturduğu düşünceler. Daha doğrusu bunlar biz standart insanlara iletilmek istenen düşünceler. Kimler tarafından iletildiğinin hiç bir önemi yok (belki bir şahıs, belki bir grup, cemaat, dernek, devlet, şirket, birden çok şirket neyse işte) ancak şunu bilmelisin ki dostumuz değiller. Neden mi? Gel  biraz düşünelim.
    On iki katlı bir apartmanın 2+1 odalı dairesinde ailenle salona toplaştınız, takip ettiğiniz dizinizin yeni bölümünü izleyeceksiniz ve sen 10 yaşındasın. Önünüzdeki ekranda son model arabalarda son moda kıyafetlerle "mutluluk savaşı"nı kazanmaya and içmiş karakterler var. Bunlar ailecek bir yalıda yaşıyorlar. Aile şirketlerini daha da büyütmek ve daha çok tüketmek için birbirlerine akla hayale gelmeyecek çirkeflikler yapıyorlar. Yalandan evlilikler, öz kardeşinin kuyusunu kazmalar, taktik evlilikleri havalarda uçuşuyor ancak bunlar senin ailen için hiç önemli değil çünkü onlar dokunulmazlar bu yüzden her şeyi yapabilirler. İlerleyen safhalarda o dizinin içinde bir karakter beliriveriyor. Aynı senin gibi bir karakter. Alelade bir semtte gayet sıradan bir evin içinde anasıyla babasıyla yaşayan, mahallenizin çocuğu arkadaş sahneye çıkıveriyor. Kendisi çok akıllı, inanılmaz erdemli, felaket başarılı, en iyi okullarda burslu okumuş, gelmiş en sonunda bu iğrenç aileyle bir şekilde yolları kesişmiş. İlk başta çalışkanlığıyla dikkat çekiyor. Pratikliğiyle şirkete büyük katkılar sağlıyor ve rütbesini kademe kademe yükseltiyor, bir denileni iki etmiyor ancak ailenin bazı üyeleri bu erdemli arkadaşa kıl oluyor. Arkadaş da bakıyor böyle olmayacak onların oyununa dahil oluyor ve "erdemini kaybetmeden" (bakın burası çok önemli) onun da yapmadığı çirkeflik kalmıyor. Yalandan ilişkiler, hukuksuz iş  çevirmeler, güveni boşa çıkarmalar, kendi adaletini kendi sağlamalar kanalizasyon gibi akıyor televizyondan evinizin içine. Annenin gündüz kadın programlarında seyrettiği ve ne beddualar ne küfürler ettiği iğrençliklerin hepsi bu dizinin içinde kurgu olarak mevcut lakin ortada bütün bu iğrençliğin kokusunu örten ve haklı çıkaran bir durum var. Dizi karakterlerinin hepsi zengin veya zengin olmak üzere. Hepsinin "özenilecek", "rol model" bir yaşantısı var ve bu yaşantıda çirkeflik esastır. Bunun doğrultusunda diziyi izleyenlerin bilinçaltlarında bir düşünce beliriyor. Çoğu "kişisel gelişim" kitabının ve "YAŞAM  KOÇU"nun uzun zamandır dikte ettiği bir düşünce aslında: "SEN DEĞERLİSİN, HER ŞEYİN EN İYİSİNE LAYIKSIN". 
      Sen neden onlar gibi olamayasın değil mi? Bu yüzden sesini çıkarmadan bu yarışı o iğrenç kurallara göre sürdürmelisin. Çok çalışıp çok tüketmelisin. İhtiyacından fazlasını da tüketmelisin hatta çünkü farklı olmak zorundasın, göze batmalısın. Mesela o kolundaki saat hiç dikkat çekici yani "şık"  değil. Onu bir köşeye bırakmalı ve seni ayrıcalıklı gösteren bambaşka ve pahası yüksek bir saati almalısın. Artık daha elit bir görüntün var. Şu andan itibaren iş arkadaşlarına bir üstünlük sağladın bravo ve senin üst kademendeki insanların seviyesine bir adım  daha yaklaştın. Gördün mü? Sadece başarılı olmak yetmezmiş demek ki. Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez. Tüketmeye devam o  zaman. Kalite olarak çok farklı olmasa da etiketi sebebiyle elit ve pahalı olduğu için çoğu kimsenin almaya cesaret edemediği o giysileri alma vakti. Özel ve nadir görünmelisin. Çünkü özel ve nadirsin (!). Ne güzel gidiyorsun değil mi? Yavaş yavaş işini gören sıradan her şeyden kurtulup yerlerine daha pahalı ama aynı işleri yapan şeyler satın alıp farkını ortaya koyacaksın ve özelleşeceksin bu şekilde. Tüketeceksin de tüketeceksin ama bu sadece görüntüyle olmaz. Düşüncelerini de değiştirmen lazım. Mesela herkes eşit değil. Sen öyle sıradan kafelere gidemezsin. Elit, öyle herkesin gidemeyeceği kafelere gideceksin arkadaşlarınla. Masalarınıza bir tabağı yirmi paket makarna değerinde sosa bulanmış afilli makarnalar gelecek. Yanına da her tekelde bulunan, görüntüde aynı ama pahada en az 4 kat fazla eden soğuk çay söyleyeceksiniz. Sıradan insanlar böyle bir mekana gidenler için açıkça enayi diyecekler belki ama onlar ne bilir ki değil mi? Hatta muhabbet arasında arkadaşına haklı olarak diyeceksin ki " Bu fiyatları ödeyemeyecek olan gelmesin kardeşim! Biz o krolarla uğraşmamak için buraya geliyoruz.".  Beraber standart bir ailenin haftalık market alışverişine denk olan hesabı ödeyeceksiniz sonra (bunu haftada minimum üç kere yapıyorsunuz bu arada) ve sahil boyu arabanıza atlayıp gezeceksiniz ama denizi çok az göreceksiniz çünkü sahiller bizim içinde olduğunuz bu yarışı önde götürenlerin mabetleri olan yalılarla  dolu. O yalılara bakıp iç geçireceksiniz ve diyeceksiniz ki "Vay be! Adamlar yaşıyor bu hayatı!".
     Senin girdiğin yarışın temel kuralı bu işte. Yarışta ne kadar öndeysen o kadar yaşarsın bu hayatı. O manzarıyı sürekli görebilmek için hak etmelisin çünkü, diğerlerinden iyi olmalısın ve acımamalısın. Çünkü herkesin vatandaşı olduğu bir devletin doğal zenginliği olan sahiller, hırsları yüzünden canavarlaşmış yarışçılar tarafından gaspedilebilir ve bu meşru bir haktır. Bir gün sen de insanların haklarını kendi çıkarların için gaspedeceksin farkında olmadan çünkü canavarlaşmış iğrenç egon bunu normal  görecek ve kendince bunu haketmiş olacaksın. Senin gibi düşünen başka insanlar da devletin yöneticisi olacak ve bu yarışın hamiliğini yapacaklar.
       Yukarıda yazdıklarım kabaca bir senaryo ve bu senaryoda sen yarışı başta götürenlerin arasına katıldın. Ancak gerçek daha farklı ve bu kadar basit  değil. Çoğu insanın benzeri hayallerle girdiği bu yarışta aslında yarışanların çok büyük bir kısmı yarışı başta götürenlerin onları köleleştirdiğinden habersiz. O yarış parkuru, başta gidenlerin çıkarlarını korumak üzere dizayn edildi, çünkü zaten bu yarışı başlatanlar yarışı başta götürenler. Devletlerin kanunları onların çıkarlarını korumak için tekrar yazıldı, hukuk sistemlerinin tamamı onları koruyor. Başlattıkları bu yarışta onlara yetişebilen çok nadir ve emin ol sonradan yetişenler hepsinden daha iğrenç ve daha acımasız. İnsanlar (sen, ailen, arkadaşların, ben) yaşamak için onlara çalışıyor ve hakettiklerinin çok azını kazanıp hakettiklerinden çok daha fazlasını onlara borçlanarak harcayıp onların esiri oluyorlar. İnsanlar tükettikçe daha da batıyorlar ama  yine de göremedikleri denize nazır sahillerde gezerken o iğrenç yalılara hayranlıkla bakıp mutlu hayaller kuruyorlar.
      Anlayacağın ortada bir yarış değil insanların oyuncak olduğu iğrenç bir oyun var. Kimse sesini çıkaramıyor korkudan.  Ama korkuya kapılma sen. Dinamitler biriktiriyorum onlar için hepimizin adına. Sonra bekleyeceğim sabırla. Artık zamanı geldiğinde sahillerdeki bütün yalıların dibine döşeyeceğim o dinamitleri ve boğaz manzarasını size hediye edeceğim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder