21 Eylül 2022 Çarşamba

Kayıp Seyyah - Girizgah

Dinle Samet anlatıyorum 

Kafamda bir kayıp ilanı 
Kimdi kayıptı unuttum adını 
Uzun zamandır O’nu arıyordum  
Yürüdüm uzunca yollara kızgın 

Dinle Samet anlatıyorum 

Kayıplar Dergahında durdum 
Görebilene aralıktır kapısı 
Yanlışlıkla attım ilk adımı 
Kayıp’ı ararken ben kayboldum 

Otur ulan Samet, mevzu uzun. 

Gölgelerden geldi bi heyet 
Vermediler konuşmaya fırsat 

İlk kaide dediler; 

Ufuk çizgisinde biter bu yolculuk 
Kim ki arar kayıp olanı yürümeli ufka 
Boş bakma öyle, bu işin marifeti burda 

İkinci kaide; 

Bu yolda tek durak sonudur yolun 
Yol durmaz sona kadar, sen dursan 
İter seni olayların içine, kaçamazsın 

Üçüncü kaide; 

Öğreneceksin ufuk çizgisine vardığında 
Dinleyeceksin son kaideyi kayıp olandan 
O zaman geldiğinde hatırla;  
Kayıp olan hep kayıptır, onu bilip işitesin 

Bir sessizlik sonra 

Dedim anlamıyorum neden bahsettiniz 
Yanlışlıkla girdim bu kapıdan afedersiniz 
 
Güldü bana gölgeler 
Yanlışlıklar bu kapıdan giremez dediler 
Yolculuğun başladığını söylediler 

Çay koy bize Samet. 
Daha yeni başladık.

6 Nisan 2022 Çarşamba

Yol Hazırlığı

   Yıkık bir haldeyim. Popüler bir ifade ama bir yıldan fazladır yaşadığım mecaz hayatıma tam karşılık geliyor. Gerçekliğin katlanılamaz halini yumuşatmak için belki, bilinçaltım dümeni aldı ele. Olan bitenden haberim yok, hülyalı bakışlarla geçip gidiyorum gerçeklerin yanından. Daha doğrusu gidemiyorum, gerçekler peşime takılıyor, yapışıyor paçama ve hep beraber sürünüyoruz. Olan herşeye ilgimi alakamı kestim, dünyadaki yerimi sorguluyorum. Bir anda kendimle konuşurken buluyorum kendimi boş evde. Muhabbet nerede başladı da nasıl kendime sövmeye başladım belli değil. Algılarımla yaşam arasında temassızlık mevcut. Siz hiç boş bir odada elinizde boş bir bardakla oraya neden ve nasıl geldiğinize anlam vermeye çalışarak kendinizle konuşmaya başladınız mı? Bunun benzeri bir sürü şey başıma geliyor sık sık. Konuşacak kimsem yok, yaşadıklarımı anlatacak yüzüm de yok. Nasıl olsa kimse okumuyor diye yazıyorum buraya, okumamazlıktan gelin eğer okursanız da.

    Az önce buraya yazıyorum dedim. Ben her zaman yazmam halbuki. Bir şeyler yolunda değilse yazarım. Birikmiştir içimin dar odalarında bişeyler, bit pazarı niyetine yazarım. Fazlalıklardan kurtulmak için. O kadar uzun zamandır içime bakmamış olsam gerek ki nefes almaya yer kalmamış içimde. Nefesim daraldığında anladım bunu. Gece yarısından sonra kendimi sokağa attım bi süre yazmamak için. Yazmak sancılı bir uğraş çünkü. Yürümek iyi gelir bana. Hem düşünür hem yürürüm. Kendi içime bir istiklal mahkemesi kurarım sallandırırım düşünceleri. Bu sefer öyle olmadı ama, celseler arap saçına döndü yuttu beni. Tek bir kalem kırılmadı içsel mahkememde. Ben de düşünceleri dışarda bıraktım, kendimi hapsettim cehennemime. Uğuldadı durdu bir düşünce kalabalığı dışarda. Ben yine kulaklıklarımı taktım, küfrede söve yürüdüm her gece o dört kilometreyi. 

     Öyle bir yıl geçirdim ki yaptıklarımı kendime yakıştıramadım. Çoğu zaman kendimi bile kendime yakıştıramadım. İşimi iyi yapamadım, çevremle bağımı kopardım, hal hatır sormayı bıraktım, düştüm kalkamadım. Önceden de yazmıştım ama, bir kere düşersem bir daha kalkamayacağımı biliyordum. Bu kadar zayıf mıydım ben? Eskiden, yani bunlar olmadan önce böyle miydim? Çoğu zaman makul bir insan değildim biliyorum, terslik var bünyede hatırı sayılır miktarda. Herkes anlaşır benimle yanlız patavatsızlığım çoğu kişi tarafından hoş görülmez ama bu kadar da değildim işte. Şu dünya üzerinde bir yerim olsun, orada mutlu veya huzurlu yaşayayım, “hadi bakalım, yeni başlıyoruz yaşamaya” diyeyim dedim. Bunun için uğraştım, mümkünat dahilinde çabuk olsun diye çabaladım. Ve işte bunlar için suçlandım, yarı yolda bırakıldım. Oysa hep bir çıkış yolu bırakmıştım bu çaba içindeyken, olaylar buraya gelmeden, ben bu hale düşmeden tatlılıkla bırakabilirdik tüm bu uğraşları. Tam parkurun sonuna geldiğimizde çelme takıp düşürmek de neyin nesi? Ben bunu hakedecek kadar patavatsız ve saygısız olmadım.

     Yaklaşık on sene kadar önce başıma gelse bunlar acısını çekerdim içimde ama güler eğlenirdim, sokakları serseriliğimle süslerdim, kendimle barışık kalırdım, enerjim kalırdı geriye, hayal dünyamda mutlu olurdum, üzüntümü melankoliye bağlar acımdan zevk alırdım. Önceden neşeliydim ben çok karamsar görünsem de. Hayatımı kara mizah dizisi gibi görüp sahneleri ona göre kurgulardım. İronik olmak vazifemdi. Bütün bunlara da anıra anıra gülerdim üstelik. Şimdi yapamıyorum. Güvenimi kalın zımparayla tükettiler, inancım geçerliliğini yitirdi. Üstüme sorumluluklar yükledim severek ve altında ezildim söverek. Herkesin gönlü olsun diye benim gönlüm yok oldu.

     Belki de bu yazdıklarımı abartıyorumdur. Belki de dışardan bakılsa çözümü çok basittir ve ben boş yere her sabah işkenceye kalkıyorumdur. Belki de serinkanlı olsam, durup mantık çerçevesinde, oturaklı bir şekilde düşünsem kurtulabilirim tüm bunlardan. Belki de asıl ihtiyacım olan şey ani hareket ve mantıksızlık. Kim bilir? Üniversite sınavında, kitapçığı açtığımda yaptığım gibi “O kadar uğraştım. Sikerler, ne oluyosa olsun.” deyip bir anda yapmam gerekeni çok da önemsemez bir tavırla kısa zamanda yapıp gönül rahatlığıyla tekrar hayatıma bakabilirim. Keşke yapabilsem. Gururum ezildi, kendime saygım neredeyse kalmadı, hiç kendim gibi davranmıyorum ama bu cehennemden çıkmayı o kadar çok istiyorum ki. Çok ataletsizim. Kaya gibi olduğum yerde durup ufalanıyorum. Şu vicdan denen his olmasa bende, kendimden çok başkaları ne yapar ne eder diye düşünmesem belki şimdi bile çıkarım bu durumdan. Vicdan olmasa gemileri yakmak kolay. Önce vicdanımdan kurtulmam lazım. Haklı olduğumu biliyorum, haksızlık ettiğim yerleri de biliyorum. Bunları bir tartıya koysam hiç haketmediğim bir haksızlık kalıyor sırtımda. Bir senedir bununla yaşıyorum. Sanırım “Sikerler.” demem gereken yere yaklaştım. Vicdanıma veda mektubu olsun bu. Yol hazırlıklarına başlayalım.

23 Aralık 2021 Perşembe

Selamlama

Günaydın,
iyi günler,
iyi akşamlar,
iyi geceler:
Siz bu yazıyı ne zaman okuyorsanız. Tabi eğer okursanız...

2014 senesinin yaz mevsimiydi. Yurtta ve dünyada muhtemelen bir çok önemli gelişme yaşanmıştı ve yoğun bir gündem vardı. Bu keşmekeşin arasında sessiz sedasız, kendi halinde, kimseye çaktırmadan, hiç dikkat çekmeyen bir şey yaşandı. Tarihe geçmedi. Kayıtlara düşmedi. Haberlere çıkmadı. Yaşayanların bile umrunda olmadı. Yani....ArananadamlaR kuruldu.

16 Ağustos 2014 günüydü. Burada yayımladığım ilk yazımı Yenikapı'dan Bandırma'ya giden bir gemide yazmıştım. Aradan çok denizler geçti, üzerinden çok mürekkepler aktı.


Mahluk sudan suda erir, insan haktan hakta erir.
Kim neydense onda erir, özünde erir özüne erer.


Dinle İbrahim, bunları bir daha duyamazsın benden.

Ben modern zaman insanı olarak geceleri çölde göğe bakıp düşünmek imkanını pek bulamadım. Bu imkanı bulanların aslında bu işi bir nevi kumdan bir denizde yaptıklarını varsayarak ben de gittim, sudan bir çölde yaptım.

Yolunu kaybetmiş bir çöl gezgini için nereden geldiğini ve nereye gideceğini bilmenin çok da bir ehemmiyeti yoktur. Onun için gökteki güneş, ay ve yıldızlar haricinde başka bir kılavuz da yoktur. (Yani) sadece çölde değil, koca bir kainatta da kaybolmuştur. Kayıp bir ruhtur...

Aranmak için, aranan olmak için bir kayboluş halinin farkında olmak gerekir. İşte size ısrarla vermediğimiz tanım, budur. Aranmak bir bilinç halidir, bir kayboluş farkındalığıdır. Farkında olmak, bir azaptır. Azap, insanı karanlıklara atar. Karanlık, ruhu boğar. Boğulan bir ruh, bir an olsun nefes alabilmenin yolunu arar. Aramak, yola çıkarır. Çıkılmış bir yol, aranmaktır. Aranmak, bulamamaktır. Bulamamak, azaptır....


Bende benden başka benden bir tane daha
Bend olmuşum ben ona bende olmakta sana


Değişim engellenemezdir. Bir değişim zamanında buna uyan ve karşı çıkan iki kişi de aslında o zamanın insanıdır. Değişim tamamlanınca uyum sağlayana "yeni", direnene "eski" denir. Eskimek de bir değişimdir (ama eskimek her zaman kötü bir şey değildir). (Yani) değişim engellenemezdir. Anlıyorsun değil mi İbrahim, mesele değişim karşısında takındığın tavırdadır.

Bir manzara karşısında bakan ben, gören'e
Bir sesin varlığında duyan ben, işiten'e,
Bir temas anında dokunan ben, hisseden'e,
Bir hakikat görünce kendine alan ben, kendini veren'e dönüştü. Yani bazı dönüşümler de varmış ki insan, insan olurmuş.

Sözü çok uzattık.. Lafın tamamı (...), arif olan anlar.


Gündüz ortasında güneşe karşı söz söylenir mi?


2020 yılında yurtta ve dünyada çok büyük olaylar yaşandı. İnsanlık yeni bir sürece girdi. Tarih hepsini yazacaktır. Belki de milad olacaktır. 

Bu yoğun gündem arasında başka bir süreç daha yaşandı. Belki de hiçbir insan bu sürece şahit olmadı. Ne dilimin böyle bir şeyi anlatmaya gücü yeter, dilin yoktur takati bu hali şerhe, ne de bu hissi tatmayan bunu anlayabilir, niceler erdiremez akıl bu derde. (Yani) yeniden doğdum. Bu ise belki değil kesin bir miladdır.

Eski Samet, Yeni Samet'i yolda görse tanımaz. Yeni Samet, Eski Samet'i üzülerek seyreder, bir gün yolunu bulur inşallah, der. Yeni Samet, Eski Samet'in ardından 2020'den beri bakıyor. Ne de olsa eski alışkanlıkları terk ettiren bir milad bu. 

Kanada'dan Japonya'ya giden bir gemide yazıyorum bu yazıyı.

Artık yol bulunmuştur. Aranmak bitti.


Samet.

19 Aralık 2021 Pazar

Metropolus Romanus - 3

Tepecikli miii
Kuruçaylı mııı
Kasımpaşalı mııı
Menemenli miii
(Ses azalarak devam eder)

Kemancı Şakir: Epiniz düğünümüze oşgeldiniz romanlar! Fikret Bey'ler de gelmişler, oşgeldiz. Maamure yengem de gelmiş. (Bir çocuk paçasına yapışır) Abe kimin piçi bu, alın şu fırlatmayı!

(Klavye arkada anlamsız ritimler veriyordur)

Orkestramızı takdim edeyim. Klarnette Bülent! Darbukada Ferat! Bendeniz kemanda ve solist olaraktan. Klavyede Dicey Bela! Oryantalda Sultan, Aşkın ve Gülcan! Veeee (klavye: dı-dı-dı-dışşş!!) Veeee süprüzümüz assolist olaraktan Çilingir Veysi! Evlerinin kapılarını kitlediğinizden emin olun! (Kaakağalar)

Cümbüşün kurulduğu sokağın önü en süslü evinin kapısından dışarıya bir sürü mor tüyler çıkmaya başlıyor. Tüyler, tüyler, mor tüyler ve tüylerce... (Dış ses: çek tulumbayııı, çek çek çek..) tüylerin peşinden bütün asaletini üzerine takınmış alde düğün saibi kaynana Gülay çıkıyor. Ve arkasından uzuunca bir kuyruk onu takip ediyor.

Kemancı Şakir bu manzara karşısında dayanamayıp bir feryat koparır.

Kemancı Şakir: Abe bi recaliiim vaaar!

Erkes: eeer kimeee?

Şakir: Güğümlerim dolu altın

Herkes: Eeee?

Şakir: Şu endama asalete bakın

Romanların Kraliçesi Gülayı

Abe kıskananlar çatlasıııınnn!!

Klavye: Aaayydeeeee

Cııırrrrr cıngırdak da daa cıngır daaak!

Lejyonerler arenaya çıkıyorlar. Ave Sezar! Kimisinde taşlı, kimisinde dar yırtık pantolon var. Bir romalı şair bu yiğit savaşçıların er meydanına çıkışını görünce aşka geliyor:


Gömlekler dar kesim, saçlar ful jöle

Kim der bu yiğitlere bunlar bir köle

İşte meydanda şoparlar darbukalara vurun

Aydi anımlar ortaya, bel kıvırıp saç savurun!

Tekno roman çalıyor Dicey Bela çok fena

Abe alt etmiş bu gacının yanında dansöz Asena!

Birden el vuruyor dizlerine bir roman

Sonra afifçe eğiliyor, yan bakıyor, çok yaman!

Başlıyor roman twerk abe bi fenaalık geldi

Donun yansın roman kızı, o figür de neydi!


Çılgınlar gibi roman avası oynanıyordu. Romalıların savaş dansı... Kolkola girip aynı adım oynayan delikanlılar.. birbirine aşk figürleri yapan kanka kızlar. Emen arkada bir masanın etrafına oturmuş sabaatan beri içen orta yaşlı erkekler. Gelinin babası masadan kalkıyor. Şöyle oynayanlara doğru sallana sallana yaklaşıp cebinden çıkardığı bir tomar 1 doları saçmaya başlıyor. Maallenin fırlatmaları emen paralara üşüşüyor. Birden müzük susuyor, çalgıcılar çocuklarla amansız bir savaşa başlıyor. Bir tokat ona. Birini ensesisinden tutup sıpıtıp atıyor. Çocuklar koparabildikleriyle birlikte küfürler savura savura bakkala koşuyor. Bu arkaik evlilik törenini dışarıdan izleyen birisi epsini delirmiş sanabilir, ama onlar Metropolus Romanus'lar...

Sokağın başına bir araba geliyor. Yakınları bu arabayı çığlıklarla karşılıyor. Sanırsın baş-şaman teşrif edecek. Öhöm, neyse. Arabadan önce beyaz tüyler inmeye başlıyor. Yakınları aman kirlenmesin diye etekleri toparlıyor, o da ne! Bir çift çıplak ayak. Emen beyaz topuklu bir ayakkabı geliyor. Gelinin ayakları altına seriliyor. Büyük bir temaşa ile prenses gelin arabadan iniyor. Öbür taraftan da damat iniyor ama onu pek gören olmaz. Gelin düğün yerine doğru arz-ı endam eylerken Klavye en güzel parçalarını çalmaya başlıyor.

Kemancı Şükrü: Abe bir recaaliim vaaar!

Erkes: Eee kimeee?

Şükrü: Sabun koydum leğenee!

Erkes: Eeee?

Şükrü: Sürmeler çektim gözümee

Aman bu kızın şu güzelliğine

Tütütütü(klaveya eş zamanlı dı-dı-dı-dışş!) Maşallah beee!!

Klavye: Aaaydeeee!

DöNenCe_TeKno_RemiX_Roman_Havası.mp3 çalmaya başlar. Herkes bir kat daaa çıldırır. Gelinin babası bir tomarlık 1 dolar daha saçar. Kaynana gelinine yaklaşır, bir bilezik takar. İşte bu saane, romanların şovlarını yaptıkları andır. Erkes kendi üstünlüğünü ispatlamaya çalışırcasına saçar da saçar.

Dönence bitince bu sefer Versinler çalmaya başlar ve prenses gelin ile dik saçlı(romalı generallerin uzun başlık tüylerinden kalma) damat ortaya geçerler. Maallenin kocakarıları dualarla ağlaya ağlaya izler. Gelinle damat ufak figürler ile asaletlerini bozmadan az biraz oynayıp masalarına geçerler. Bir kaç saat sonra damadın kravatı başında, gelinin ayakkabaları elinde savruluyor olacaktır.

Bütün bu ilkel ayin misali evlilik töreninin vazgeçilmez bir anına geldik, bekarlar köşesi veya masası. Er gün kendi köşelerinde içen bu bekarlar, bugün de içiyorlardır. Mütemadiyen kirli sakallı olmalarına karşın düğüne özel sinek kaydı olmalarından mütevellit yüzlerinin sakal bölgesinde bir yeşillik söz konusudur. İçerler, içerler, içerler, bir an gelir, masada bir tartışma başlar. Muutemelen Sezar'ın mı yoksa Brütüs'ün mü dağa aklı olduğu konusunda çıkan bu tartışma, bir zaman sonra tombul Efes'lerin kafalarda patlamasıyla bir kavgaya dönüşür. Bütün akşam savaş dansı yapan genç Romalılar da bu kavga katılır ve düğün yeri savaş uerine döner. Neredeyse istisnasız er düğünde olan bu kavga, tatsız bi olay gibi görünse de, törenin bir parçasıdır. Yıllar sonra geçmiş düğünler anılırken ep bu kavgalar konuşulur.

İşte ortalığın sakinleştiği andayız. Erkesçikler kendi evlerinde. Sokak çöp içinde. Sokağın başında biri görünüyor. Elinde bir şarap şişesi. Cılız zayıf bir yetişkin. Saçlar papaz gibi, yüzü kirli sakallı. Kaaverengi kumaş pantolon üstünde, beyaz atleti ve içindeki göğüs kemikleri belli vücudiyle ağır ağır geliyor. Duruyor, bir yudum alıyor şişesinden. Etrafına bakınıyor:

-Yine n'oluyo beyaa...


DEVAM ETMEYECEK.

16 Kasım 2021 Salı

Rahvanistan Gazetesi - Kayıp İlanı

ArananadamlaR Dergisi Kurucu Yazarı,

Gönlümüzün Saykodelik Mağara Adamı,

Rahvanist Yazar Kayıp Seyyah,

Evlendi.


Kendisini,

Rahvanistan Kaşifi Olarak Ben,

An İtibariyle,

Arananadamlık'tan,

Men Etmiş Bulunuyorum.


Umuma Duyurulur.


-Samet-

15 Kasım 2021 Pazartesi

Anlatamazsın

Bir yangın yeri ki asla çıkamazsın
Bir taşkın sel ki bu asla tutamazsın
Aklınla ruhunla kalbinle bilirsin
Bir his ki bu kimseye anlatamazsın

Dilin yoktur takati bu hali şerhe
Niceler erdiremez akıl bu derde
Bir dert ki bu dermana yüz çevirirsin
Bir dert ki bu kimseye anlatamazsın

Mahremdir aşikar edilmeye gelmez
Teslim ol! İnat etme! Artık kâr etmez.
Bu esarette hür, hürriyette esirsin
Bir sır ki bu hiç kimseye açamazsın
Bir sır ki bu kimseye anlatamazsın

Selânikî - 01.01.2021, Cuma - 21:43 (gmt-2)


آکلاته‌مازسك

بر یانغین یری که أصلا چیقامازسك 
بر طاشقین سیل که بو أصلا طو‌تامازسك
عقلینله روحونله قلبینله بیلیرسك
بر حسّ که بو کیمسه‌یه آکلاته‌مازسك

دیلك یوقدر طاقتی بو حالی شرحه
نیجه‌لر ایردیره‌مز غقل بو درده
بر درد که بو درملنه یوز چویررسك
بر درد که بو کیمسه‌یه آکلاته‌مازسك

محرمدر آشکار ایدیلمه‌یه گلمز
تسلیم اول! عناد ایتمه! آرتیق کار ایتمز
بو أسارتده حرّ حرّ‌یتده أسیرسك
بر سرّ که بو حج کیمسه‌یه آچامازسك
بر سرّ که بو کیمسه‌یه آکلاته‌مازسك

صمد یکی‌کون

5 Kasım 2021 Cuma

Denizci Türküsü

Eser lodoslardan hasret rüzgarı

Gözüm yaşı korlar bu gönlüm harı

Kara bulut kaplar dört bir diyarı

Bir fırtına koptu göğsüm içinde


Durulmaz bu gönül serpmek ile su

Aymaz bu karanlık geçse de pusu


Haber salın göğün yıldızlarına

Çoban yoldaşına Ay'a Çolpan'a

Işığından pare verir mi bana

Kalmadı hiç ferim gözüm içinde


Durulmaz bu gönül serpmek ile su

Aymaz bu karanlık geçse de pusu


El-Bahrî - Quebec / Kanada - 05.11.2021

Metropolus Romanus - 2

Bir Romalı ayal ediyoruz. Başı dik ve gururlu; omuzdan süslü ve büyükçe bir iğne ile tutturulmuş boydan, dökümlü bir elbisesi var. Başında çiçeklerden örülme bir tac. Ayaklarında romalı kırmızısı bir sandalet. Yürüyor ve şöyle diyor, "homo homini lupus" (insan insanın kurdudur)

Şimdi bu Romalıyı, Metropolus Romanus'a dönüştürerek tariiin nasıl işlediğini göreceğiz.

Başındaki çiçekten tacı alıp önündeki sepete buket buket güller olarak koyuyoruz. Üzerindeki dökümlü elbiseyi bol body tişört altına basma etek olarak değiştiriyoruz. Yakasındaki büyük süslü iğneyi saçının topuzuna alıp toka olarak takıyoruz. Ayaklarındaki kırmızı sandalet aala kırmızı fakat takunya olarak karşımıza çıkıyor. Başı dik yürümüyor da çömelir vaziyette çiçek sepetinin arkasında oturuyor ve şöyle diyor:

+abim bu güzel ablama almaz mısın bi gül?

- yok ablacım sağol.

+bulamazsın böyle güzelini bak alasın bi gül. Rabbim bi yastıkta kocatsın sizi. Boy boy çocuk..

- sağol abla istemiyoruz

+ aman pek de cimriymiş. Ablam bırak sen bu cimriyi baksana sana bakmaz bu.

- ya ablacım...

+ Abe beş liracığı çok mu gördün şu güzel ablama, çocuklar evde ekmek parası bekler. Şu tipine bak, bulmuşsun böyle güzel kızı kıymetini bil

- tamam abla ver bi gül. Ne kadar?

+ O güzel gönlünden ne koparsa beyaa..

(İnsan insanın gerçekten kurdudur)


İşte sizlere tarii içerisinde kültürel değişimin bir örneği sayın seyirciler.

Romalıların özgürlüğüne düşkünlüğü Metropolus Romanus'larda da korunmuş. Sokaklarda yalın ayak gezmeleri. Konar göçer ayata devam etmeleri. Semtlerine giren bir yabancının bazen yolunu kesmek bazen de dövmek suretiyle maallelerini korumaları, kimi romanus maallelerine polisin bile girememesi, onların aala özgür yurttaşlar olduklarının kanıtı, liberi çingenes...

Tariite kurdukları o büyük dile gelince. Günümüzde aala kendi aralarında kullandıkları özel bir dil var. Bu dilden bazı kelimeler yakınlarında yaşayan diğer alkların da diline geçmiş; şukar, abe, beya, sıpıtmak, kapçık ağızlı vs. Biz burada abe ve beya'nın etimolojik ikayesini ele alacağız.

Abe: seslenme, dikkat çekme ünlemi.

Eski Romalılar, resmi bir selamlama olarak "Ave"yi kullanırlardı. Bu kelime, Sezar ve diğer otoriteleri selamlamak için kullanılması ile önem taşır. Suetonius, gladyatörlerin dövüşten önce Sezar'a Ave Caesar! Morituri te salutant! (Selam ey Sezar! Ölmek üzere olanlar seni selamlar!) sözleriyle itap ettiklerini kaydeder.

Kendilerini diğer milletlerden üstün gören Romalılar, tarii karşısında yenilip de devletleri yıkılınca, diğer alklarla beraber yaşamak zorunda kalmışlardır. Fakat bu üstünlük issiyatını asla terketmemiş ve birbirlerine ave'den bozma bir kelime olan abe diye itap ederek konuşmaya başlamışlardır. Er biri bir Sezar'mışçasına. Abe çok şukar oldu bu açıklama. Öhöm.. neyse biz devam edelim.

Beya kelimesinin ikayesi ise çok daa karışık.

Metropolus Romanus'lar bu kelimeyi bir ünlem işareti olarak bir çok farklı yerde farklı amaçta kullanırlar. 

Örneğin;

  + nabıyon beya? 

Buradaki beya sakin bir tonlamada karşı çıkma anlamı içeren bir şaşırma ünlemi olup eğer sert bir toplama ile söylenirse o zaman küfür manasına gelip beya'nın devamı da olabilir. Orada bir ünsüz düşmesi ile "y" düşer ve cinsel türeme ile ek kelimeyi alır, kelime "be a*ına ko..."ya dönüşür.

Bu verdiğimiz örnek, beya'nın sadece ufak bir açıklaması niteliğinde olup detaylar için bir süre romanuslar arasında yaşamak gerekir.

Unutmayın ki sadece bir romanus beya'yı tüm manalarıyla birlikte kullanabilir.

Belgeselimize romanusların günlük ayatıyla deva... O da ne!? Yoksa... Evet Kapus Gıcırtus. Geliyor gelmekte olan! İşte devasa etekli bir gelin ve kaynana! Bu bir romanus düğün alayı.. Amaaann, ohh ohhh.. sağğdaann.. döktüürr.. yürüüüü!!

+Abe bir recalim vaaar! 

-Eeeerr kimeee?? 

+Oturdum göbek başına 

-eee??

+sürmeler çektim kaşıma 

Abe beni ne kadar çekmeyen varsa 

Çatlasın patlasın inşalllaaa

Artık kendimize hakim olamadığımız yerdeyiz sayın seyirciler, bir sonraki bölümde bir Romanus düğününde görüşmek dileğiyle, şukar kalın beyaa!


  - DEVAM EDECEK-

29 Ekim 2021 Cuma

جمحوریت بایرامی

!اویله بر بایرام که، بایرامن کندیسی دگل مسبّبی قوطلانییور

...بن بو طرز حرکتدن اوزاغم الحمد للّه


نوروزی


23 Ekim 2021 Cumartesi

Letter of Protest

Date: 23-October-2021
Port: Unknown
Berth: Unknown

Subject: Calling for Duty
From: MV Searchus sapienS
To: Wanted Traveller
Cc: Agent on behalf of all not-readers and parties

I, as Editor Author of Aranan adamlaR, hereby inform and warn you about acting your duty as an author and founder of Aranan adamlaR, 

Please kindly be informed that our not-readers is not waiting your articles excitedly, make them disappointed!

Otherwise;

I will keep you fully responsible for any consequences of any neglect of not-acting your duty, on behalf of owners, charterers and Kingdom of ArananadamlaR as per related clauses of Charter Party and as per related rules of Convention on the International Regulations for Rahvanism Methodology.


Thanks &
Best Regards

Mavi Bir Limanın Gurbetçisi
Çifte Kavrulmuş Adam
Nevrûzî
Selânikî
El-Bahrî

5 Ekim 2021 Salı

Parantez

Hiç okunmamış bir şiir, hiç yazılmamış bir mektup, hiç söylenmemiş bir şarkı, hiç anımsanmamış bir mazi gibiyim.

Dört büyük roman.

Belki dört büyük Larousse.

Belki dört cümlecik.

Belki de ....


Uzaklarda bir şehir görünüyor. Sarı titrek ışıkları dağların yamacına gelişigüzel serpilmiş. Her bir ışık belki bir ev, belki bir sokak lambası. Her bir ışıkta belki bir hayat belki bir sır saklı. Her biri bilinir bir bilinmez... Her biri (içinde yaşayanların bildiği) bir (hayattır ama biz uzaktan seyredenler için bir) bilinmez..(dir.)

Her birisinde kim bilir ne gizemler saklıdır.

Bir şair hiç okunmamış bir şiir yazmıştır. Okunmamış bir şiir olur mu hiç? Şiirler okunmak içindir. 

(Belki) bir şair (sadece bir kişinin okuduğu ama başkası tarafından) hiç okunmamış bir şiir yazmıştır.

Bir şair (muhatabınca) hiç okunmamış bir şiir yazmıştır.

Bir(ini çok seven bir) şair (defterine o sarı ışıklar altında) hiç (kimse tarafından layıkınca) okunmamış bir (aşk) şiir(i) yazm(aya niyetlenip de bundan caym)ıştır.

Sadece bir cümleydi oysa ki. İçerisinde saklı bir sürü anlam ve hikayesiyle birlikte, sadece bir cümle.

Halbuki insan bir cümleden fazlasıdır. Belki de her şeyden biraz biraz ama hepsinden fazladır.


Kimsenin konuşmadığı bir dil, inanmadığı bir deli, okumadığı bir kitap, hiç sorulmayan bir soru gibiyim.

Bende daha ne gibi'ler var da, neyse...

Bir kelime, bir cümle, (tam manasıyla) bir parantezle anlaşılabilir. Zira yazı, sözün ve muhayyilenin tamamı değildir. Hendese ilmince türevidir, fizik ilmince yansımasıdır. Velhasıl, insan da parantezi açılmadıkça tam anlaşılmaz. İnsana parantezini açacak, onu anlayacak bir anti-parantez lazımdır.

"Aç parantez, (günaydın lan yaşamak!, kapama, s*ktir et, açık kalsın parantez." diyen Ferhan Sansua bu konuya kendi lisan-ı garibince değinmiş vakt-i zamanında.


İnsan kimi zaman anlatmak, kimi zamansa anlaşılmak ister. Fakat bazı insanlar derin cümleler, kitaplar gibidir. Okudukça anlaşılır, tekraren okudukça anlamları saçılır. Sabırla okumaya devam ettikçe (içinde) kaybolunabilir.

Bir beyaz kağıda bir nokta koyunca o kağıda kirli diyemeyiz, ama artık temiz de değildir. Bir şeyi yarım yapınca yapmamış sayılmayız, ama hala yapmış değilizdir de.

İşte bu (okudukça açılan kitaplar gibi olan) insanlar tam anlaşılmadığı sürece anlaşılmış değillerdir.

Onlara büyük parantezler açmak gerekir. Dip notlar düşmek gerekir. Derindirler, dikkat etmeli, dibe dalarken boğulma riski vardır.


Uzaklarda cılız bir ışık görünüyor. Bunaltıcı(lığı sıradanlaşmış bir İran) güneşin(in) altında, sonsuza kadar uzanıyormuş gibi görünen patika bir yolda, tıngır mıngır ilerleyen bir kamyonetin şoförünün (kötü bir) radyoda dinlediği yerel farisî bir bağrı yanık türkünün (hoparlörden çıkan) cızırtısı gibi titriyor uzaklardan gördüğüm bu cılız ışık.

(Bende daha ne gibi'ler var demiştim.)

Neyse......(artık parantezlere lüzum yok)


Hiç gidilmemiş bir yol gibiyim.


Nevrûzî - 04.10.2021, Cezayir açıkları.

16 Eylül 2021 Perşembe

Metropolus Romanus - 1

Tarihin tozlu sayfalarından günümüze ulaşan büyük bir  medeniyetin küçük bir kalıntısı. 
Köklerini taa Büyük Göç'ten alan ve insanoğlunun kurduğu en büyük devletlerden birini kuran bir kavim.

Ataları kendilerinden liberi cives diye bahsediyordu, özgür yurttaşlar...
Büyük bir medeniyet inşa edip büyük de bir dil kurdular. Ancak o büyük medeniyet ve dilden çok az bir kısmı zamanın karşısında yenilerek günümüze ulaştı. Evet, sayın izleyiciler, bu hafta sizlere Metropolus Romanus'tan bahsedeceğiz. Tabi araya bir Kapıs Gıcurtus girmezse..

Akdeniz'i çepeçevre saran bu kavim Romus ve Remulus önderliğinde Büyük Roma Devlet-i Şâşaalısını kurmuştular. Ada İngilteresi'nden Endülüs-i Müstakbele, oradan Şarkî Anadolu'ya ve Şimâlî Afrika-i Mehcûra kadar uzanan bu geniş topraklarda yaşayan civis romanus'lar artık yenecek düşman bırakmadıkları için olsa gerek kendilerine liberi cives dediler, özgür yurttaşlar.

Geniş ve bereketli topraklar.. Uzun yollar.. Kaygısız ve refah dolu bir hayat.. Ortasında havuzu olan mermerden avlularda geniş ve pufuduk minderlerde şöyle bir uzanıp arkada palmiye yapraklarıyla seni yelleyen ve önünde geniş kaselerde büyük ve sulu üzümler sunan hizmetkarlar eşliğinde ve dahi biraz ileride fonda arp ve lir olur halde şiir okuyan bir şairin ortam sesinin refakatinde dostlarınla siyaset ve hukuk konuşmak.. ah.. kalbim..

İşte bu ortamda hukuk icad olundu sayın seyirciler. Bu konuya çok değinmeyeceğiz.

Bu güzel ülkenin bu refah imkanı meyvelerini medeniyet ve dil olarak verdi. Akdeniz Medeniyeti (communi cultura) ve ortak Akdeniz dili (commumis lingua - lingua franca). Fakat dil konusunda ufak bir detay bir tarihi cilve mevcut. Atalarından Hektor vefat edince, onun üzüntüsünden ve yasını tutmak için dillerinden H harfini çıkarmışlar. Biz de bu yas'a saygı duyuyor ve programımıza h'siz devam ediyoruz.

Tariite bir çok devlet kuruldu ve bir çok devlet yıkıldı. Devlet-i Şâşaalı-yı Roma da bu silsileden nasibini aldı ve yıkıldı. Fakat liberi cives'ler ürriyetlerinden asla taviz vermediler. Rivayete göre er millete dünya üzerinde bir yer verilirken Romanuslarınki söylenmemiş, siz bulun denmiş. Onlar da buldukları er yeri almış ve Roma'yı kurmuş. Fakat devlet yıkılınca bu sefer de göçer ayata başlamışlar. Anadolu'nun bilimum yerlerinde küçük obalar alinde bulunsalar da daha çok Avrupa şeirlerinden Lüleburgaz, Malkara, Keşan, Şarköy gibi nadide şeirlerde yaşamaya başlamışlar. Roma'nın iki başkentinden biri olan İstanbul'u ise asla terketmemişler. Metropolus Romanus'lar... İşte belgeselimizin konusu.

Büyük Romalılar zaman içerisinde nasıl oldu da Metropolus Romanus oldular, inceleyeceğiz.

 2. Bölümde görüşmek üzere... Şukar kalın!

  - İLK DEFA DEVAM EDECEK-

18 Ağustos 2021 Çarşamba

Bir Dörtlük - Gidişlere Dairdir

(mef'ûlü / mefâîlü / mefâîlü / feûlün)

Bahr içre o mâhî gibi âvâre misindir
Âkıl olanın aklı kalır berr-i cihanda
Birdenbire berrden beri mâpâre misindir
İnsan bulur ol rahatı tebdîl-i mekanda

Nevrûzî


Yani diyor(um) ki;

Deniz(in) içindeki o balık gibi şaşkın mısın?
Akıl sahibinin aklı kalır dünyanın toprağında (yoksa deli misin?)
Birdenbire (neden) topraktan uzaklaşıyorsun sudan bir parça mısın?
(Bu gidiş huzura ise unutma) insan (ancak) rahat bulur mekan değiştirmekte (yoksa bilmez misin?)

yenigünden (mahlas çevrilmez ama oldu artık bi' kere)

16 Temmuz 2021 Cuma

Diş Şaavırı

Homo Sapiens'in ve evrim tarihinin en ilginç uzantısı.. Evrimin sınırlarını zorlayan ve insanın sinirlerini bozan bir başkalaşım. Evet.. Siz sayın izleyicilerimize bu hafta "Plazas-Instos Sapiens"tan bahsedeceğiz. Bizim için zor bir program olacak.

Pis, bir tür olarak homo sapiensten farklı olmamakla beraber bir alt tür, bir standart anomalik vakadır. Türün dişi bireyleri daha ön plana çıkmakla beraber erkek bireyleri bu mutasyonlarını bir takım sıfatlar ile gizlemeye çalışmaktadır. Biz dişi bireyleri inceleyeceğiz.

Standart bir pis dişisi, homo sapiens olarak dünyaya gelir. Başkalaşımları ergenlik dönemi ile başlasa da bu diğer homo sapienslerden çok belirgin bir fark oluşturmaz. Lise çağında bu değişim daha da artsa da toplum içinde farkedilir boyutlara varmaz. Asıl değişimleri üniversite döneminde başlayarak mezuniyetle birlikte bir plazada çalışmaya başlamasından bir kaç sene sonra tamamlanır. Artık bir Plazas-Instos Sapiens'tir. Geçmiş olsun.
İlk belirgin değişim ellerinden düşürmedikleri telefonlarıyla uzun ojeli tırnakları ile tıkır tıkır ilgilenmeleri ve sürekli fotoğraflar çekilmeleridir. Sonra pelvis kaslarının ve sinaptik bağlantılarının gelişimiyle beyinlerindeki FF noktası açılır (Fotoşop-Filtre). Son aşama olarak dil kaslarının uzaması ve dil uçlarının çatallaşmasıyla gıybet yeteneğini edinip başkalaşımını tamamlar.
Bir plazada kendilerine uygun bir title edinip vahşi doğaya atılırlar. Hayatta kalma becerileri gıybet, kuyu kazma ve ayak kaydırmadan ibarettir. Savunmaları ise ilgi manyaklığı diye genel bir başlık altında toplayabileceğimiz bir takım psikolojik tahribat saldırılarıdır.

Bu şekilde özetledikten sonra onları kendi doğal ortamlarında incelemek için Şaavır'lardan birine misafir olacağız. Yetişkin bir pis olan Eyşan Hanım'ın minik köpüşü Lady'nin birinci dişini çıkarması şerefine tanzim edilen Diş Şaavırı. Kameralarımız evin mutfağında, çocuklarınızı ekran başından uzaklaştırmanız önemle rica olunur:

+Hahahahah! Ciddi olamazsın!
- Çok ciddiyim! Belli ki zamanında toparlanmışlardı. Üstleri başları düzgündü. Ama ruj.. Hahahah.. ruju dağılmıştı, Tunç Bey'in de niyeyse (!) dudağı kızarmıştı.
+Şok şok şok.. Bu gıybet bana bir hafta yeter.
- Bu koz da bana bir terfi yeter! (Fettan bir gülümseme)
+Çok fenasın..
-Hiç de bile. Hakkım olanı alıyorum (ima ile). Hadi çok bekletmeyelim içeridekileri.

Ev sahibesi ve Diş Şaavır Direktörü Eyşan Hanım ile  Ortamı Süzüp Puanlayıcı (Or.S.Pu.) Selin Hanım salonu ellerinde sapları altın ve gövdesi gümüş varraklı birer vintage tepsiyle içlerinde tek taş pırlanta yüzük şeklinde cookie'ler bulunur halde teşrif ettiler.
Bir alkış, bir vuhuuu, bir çığlık, bir kıyamettir koptu. Telefonlar çıktı. Şakır şakır fotoğraflar çekilirken Direktör Eyşan Hanım ile Or.S.Pu Selin Hanım pozdan poza girerek konsepte uygun bir şekilde bedenlerinin kıvrımlarını ön plana çıkardılar. Özellikle Eyşan Hanım derin yırtmacının arasından bir adım ile öne attığı bacağı ve giydiği desenli ince siyah diz üstü çorabıyla bütün özgüvenini sergiledi.

Burada araya girip pislerin biyolojik özelliklerinden bahsetmem gerekiyor sayın izleyiciler.
Ergenlik çağına kadar diğer homo sapienlerden bu konuda bir ayrımı olmayan pisler, lise döneminde baş tüylerini boyamak gibi bir davranış gösterebilmektedir. Yürüyüş, oturuş-kalkış, giyim-kuşam ve bakışlarda "olgun" bir pis havası takınmaya çalışır. Bir müddet sonra ön ayaklarının tırnakları uzar ve bunların şekline önem vererek mütemadiyen renkten renge boyar. Parlak bakır rengine kadar...
Ergenliğin en baskın zamanlarında yüz boyası sürmeye başlarlar, bu boyalar kimi zaman o kadar yoğun olur ki kendi annesi babası dahi onu tanımakta zorlanabilir.
Kimilerinde üniversitede başlasa da, "plazas" evresi başlayınca arka ayaklarının topukları altına dik olacak şekilde 8-10-12 santimetrelik çubuklar takarlar. Başlarda yürüme problemi çekseler de zamanla buna alışırlar.

Şaavırın en önemli anına geldik, story ekleme. Beyinlerindeki FF noktasının devreye girdiği bu zamanda hayatla bağlarını koparırlar. Envai çeşit filtre ve fotoşop ile çekilen resimleri bilimum sosyal medya mecralarında story atarlar. Sonra birbirlerinin story'lerini kendi story'lerine eklerler, böylece aynı fotoğraf iki veya üç defa story'lenmiş olur. Bu süreçte zavallı köpüş Lady başına takılan kokona bir fiyonk ile etrafına şaşkın şaşkın bakınır.

+Çok güzel çıkmışsııın!
-Hayır sen daha güzel çıkmışsııın!
÷Hayır hayır en güzel sen çıkmışsııın!!
+Peki ya Eyşan Hanım'ın yırtmacı desem?!
AAAAAAAAAAAA (çığlık saldırısı. Eller terse çevrilip ağızlara yaklaştırılarak titreşim moduna alınır ve ağızdan tiz bir çığlık çıkarılır. Dosta güven düşmana iğrenme duygusu veren bu saldırı, çok etkilidir.)
-Bir yirmi bacağı olmayan da kendine kadınım demesin!
AAAAAAAAAAAA!!!
÷Bir dakika, bir dakika. Şuan gözlerim kanıyor.. Mine, Tuncay'la story atmış.. Ağva'daaan....
AAAAAAAAAAAA!!!!

İşte tam bu noktadan sonra ortamdaki zehirli cümle oranı hızla arttığından olsa gerek küçük Lady bahçeye fırladı. Birazcık nefes.. oksijen alabilmek için.

Bu bölümü erken bitirmek zorundayız sevgili izleyenler. Zira devam edebilmek için gerekli olan mide sağlığımızı koruyamadığımızı farkettik.
Bu pislerin hızla arttığı bir dünyada sizlere tertemiz bir yaşam alanı diliyoruz. Temiz kalın.

---Devam Etmeyecek---

5 Temmuz 2021 Pazartesi

İstanbul'da bir İstanbul

Bir zaman oldu direkler arasında
Zeus'un arabaları koşturuyor atlarını
Hipodromun etrafında bin sene sonra
Bir katar kalkıyor dünyadan Laleli'ye
Feslerini takmış İngilizlere
Redingotlu Şahap Beyler servis açıyor
Sultan Süleyman çay söylüyor İbrahim'e
Toynak izlerini örten Arnavut kaldırımında
Dergahlarda hû çeken yok yahû
İki çay çek diyor abime demli
Çatladı Kapı kahrından çatlamış
Diyorlar.
Yürek mi dayanır bacım
Bunca mezarın üstünde tepinen
Çengi kızının sürmeli ve yaşlı gözlerine

Selânikî

22 Mayıs 2021 Cumartesi

Çöküş'e Dair

Kayıp Seyyah sıkılmakta yeni bir boyuta yükseldi belli ki. Sıkılmanın dördüncü boyutunu keşfedip tecrübe ederek adını sayko-fiziko alanına altın harflerle yazdırdı.

"Çöküş" adlı bu leş eseri okumadım. Daha doğrusu okuyamadım. Hayatımda ilk defa Kayıp Seyyah'ın bir yazısını okuyamadım. İlk kelimesinden itibaren Stephen Seagull tarafından seslendiriliyormuşçasına (amma uzun kelime..) bir sıkılganlık insanın yüzüne sarımsak nefesli bi ihtiyarın soluğu gibi çarpıyor.

Kendisini tebrik ve takdir ediyorum. Yıllardır "okunmamak" üzere yazdığımız yazılarımızı bir üst seviyeye çıkardı, "okunamamak".

Ve bu sebeple aranan adamlıkta da bir seviye atlayarak "the aranan adam" ünvanını elde etti. Fakat kendisi Türkçe seven bir arkadaş olduğu için bu ünvanı Türkçeleştirip kendisine

DARLANAN ADAM

ünvanını hiç çekinmeden veriyorum.

Hayırlı olsun Darlanan Adam. Çabuk o elindeki gemiyi "ilk uygun limana" park et ve Mecidiyeköy'ün sokaklarında kaybol.


Çifte Kavrulmuş Adam

20 Şubat 2021 Cumartesi

Çöküş

     Uzayıp giden yola kendinizi bıraktığınızı hayal edin. Şarkılar arka arkaya mükemmel bir uyumla geliyor (yanınızda sürekli şarkı değiştirmeyen ideal  bir yol arkadaşı olduğunu varsayın) ve adı konulmaması gereken gayet sakin bir atmosfer oluşuyor - sonsuzluğu hissettiğiniz, zamanın akışını yumuşattığı bir an bu, daha bilinçli duyuyor ve aldığınız nefesi daha farkederek alıyorsunuz. Bir süre sonra ayazı iç açan bir yerde herhangi bir benzinliğe girmeniz gerekiyor. Arabayı durduruyorsunuz, müzik de duruyor. İşte bitti. Tekrar yola çıktığınızda o atmosferi yakalamanız artık çok zor. O farkındalık, o sonsuzluk yoğunluğu siz kontağı kapattığınızda rüzgarda dağılan sigara dumanı gibi seyreldi gitti. Bu durumun farkında değilsiniz o sırada ama tekrar arabaya binip yola devam ettiğiniz ilk bir kaç dakikada içinizde bir sıkıntı oluştuğunu hissediyorsunuz. Belki de Adem ve Havva'nın cennetten atıldığı zamanki hisse benziyordur bu his. 

     Güvende olduğunuzu düşündüğünüz ideal atmosferden gerçeklerin içine geri döndüğünüz o durumdaki bunaltıyı nasıl tarif ederdiniz? Farkında olmadan iç geçirdiğiniz bir an mesela sözsüz ama gayet mükemmel bir tariftir (stresten sıkışan bedenininizin size sormadan sizi korumak adına aldığı bir önlem - vücudunuzun aldığı bu önleme rağmen yanınızda bulunan herhangi bir kişinin iç çekişinizi kötü yorumlayıp "Ne oldu?" sorusuyla sizi tekrardan darlaması ise trajikomik bir durumdur). Veya sigara içiyorsanız hemen bir tane ateşleyip yine derin derin iç çekerek kendinize dumanlı ama düşüncesiz yeni bir atmosfer yaratma çabasıyla tarif edebilmek de mümkün. Daha başka bir yöntem de benim şu an yaptığım gibi umutsuzca bir bunaltıyı kelimelerle tarif etmeye çalışmaktır. Umutsuzca, çünkü tarifi muğlak bir konu hakkında kendimi anlatmaya çalışmak içime ayrı bir sıkıntı veriyor. 

     Çoğunuz bu sıkıntıdan kısa bir süre içinde kurtuluyorsunuz muhakkak ki her şey normalmiş gibi yaşamaya devam edebiliyorsunuz. Benim için durum böyle değil. O sonsuzluk izi taşıyan anlardan gerçeğe dönüş içimdeki bunaltıyı gittikçe daha da artırıyor. İçimde sürekli sıkılan bir mengene var benim. Sürekli yolda olayım ve sürekli güzel şarkılar gelsin istiyorum ama gerçekler/gerçeklik bunu engelliyor. Gerçeklikten kaçmaksa insanın gölgesinen kaçmasıyla aynı şey - sürekli yolda olayım diye başladığım denizcilik hayatımın bana yaptığı ironik şakadan biliyorum bunu. Yolda olduğunu unuttuktan sonra yol seni tüketmekten başka bir işe yaramıyormuş. Denizin üstünde, elli bin tonluk bir metal yığınının içinde giderken denizi unutabilir misiniz? Ben becerdim bunu. 

     Neyse. Kendim olmak çok zor geliyor artık. Bıkkınlık, bunaltı, benden beklenilenler, benim kendimden beklediklerim eziyor beni. İnsanlar yaptıklarımı sürekli düzeltmeye çalıştıkça keşke olmasaymışım dediğim zamanlar var - insanlar iyi niyetli olsa bile. Düşünüyorum ki bu kadar düzeltilmeye ihtiyaç duyulan biri neden var ki? Sanki bir sistem hatasıymış gibi geliyor varlığım. Özgüvenimi kaybediyorum. Adım atsam arkama dönüp hata arıyorum. Yine de o insanların içinden bazıları olmasa katlanılacak bir şey değil yaşamak ya bir kaç iyi niyet ve biraz umut nefes aldırıyor işte. Bu bunaltı gözüme perde çekmişken el yordamıyla yaşıyorum.

31 Ocak 2021 Pazar

SALTANATNAME

Yüce Rahvanistan Anarşik Cumhuriyeti arananları namına,

Onların yetkisi, ruhsatı, talebi, tasdiki ve kararı ile,

Ve yine onların verdikleri temsiliyet, memuriyet, meşruiyet ve vekalete dayanarak,

Tüm alem-i rahvanistana, tüm cemiyet-i mağlubiyete, tüm ehl-i melâle ve tüm erbab-ı tutunamayanlara,

Rivayet ve beyan, hikayet ve ilan olunur ki,


Rahvanistan topraklarında, bu kanunun yayımlanmasını müteakip, anarşik cumhuriyetten krallığa geçiş yapılmış olunup,

Kadim kuruculardan en son okumayıcıya kadar herkesin oy birliği ile, arananadamlığını binlerce satırla ve kan damlayan kalemiyle ispatlamış bulunan, Atay Hanedanı'ndan,


OĞUZ ATAY


Rahvanistan Birinci Kralı ve Ebedi Aranan ve Bulan Adam olarak seçilmiştir. Saltanatı daim olsun.


Yüce Kralımızın birinci ferman-ı figanları duyurulur ki;

"Gülümseyeceksin, bekleyeceksin.. ve hiçbir zaman ümide kapılmayacaksın."

Es-sultan, ibn-i sultan, tutunamayan daima.

23 Ocak 2021 Cumartesi

Yaklaşmak

 Ardında bir kez daha memleketini bırakıyor olmak, memleketinle beraber yaşamak hissiyat-ı harikasını ve insan olmanın bütün vasıflarını da bırakmak, herkesten ve her şeyden uzaklara gitmeye dair söylenen kelâm-ı romantiklerin esasında başlangıçta müthiş bir tragedyayken tekrarlana tekrarlana nasıl olup da dramaya dönüştüğünü görmek, görmekten de öte bunu yaşayarak ve bir yüreğin nasır tutması hakkındaki deyimlerin pek de yersiz olmadığını artık geride bir şeyler bırakıyor olmaktan pek de müteessir olmayarak malesef anlamak, anlamak, anlamak...

Fakat insana giderken geri dönmek, dönerken tekrar gitmemek istetecek bir sebep olması lazım. İnsan hüzünlendiği, kederlendiği, müteessir olduğu kadar insansa, insanca vedalaşabilecek ve tekrar kavuşmak isteyecek bir şey olması lazım. Böyle manadan yoksun olmak, içi kurumuş dışı kabuktan bir ağacın düşen yapraklarını umursamaması gibi yaşamak, insanın bütün insanî vasıflarına karşı işlediği bir suçtur! Vicdanını ve merhametini henüz yitirmemiş bir insan, yaşlı bir ağacın sonbaharda yaprak döküşünü ve bütün bunlar yaşanırken kılını bile kıpırdatmayışını görür ve bunun üzerine biraz düşünür de nasıl aklını yitirmeden durabilir!

İçimde bir arayış var.. Bazı ruhlar hüzünle perçinlenmiş gibidir. Her şeyde, her yerde, daimi bir sebepten ötürü hüzünlenebilirler. Onlara göre bu hal, gaye-yi mutlaktır. Mademki alem-i gurbetteyiz, o vakit daimî hüzün, gaye-yi mutlaktır. Vuslatı andıran ve hatırlatan herkes ve her şey mecnûnun sıdk-ı samimîsi, refîk-i lâlezârıdır. Ey bir elinde lâle, bir elinde gül tutan! Sar beni!

10 Aralık 2020 Perşembe

Bir Edebiyat Hatırası

Lisede bir edebiyat hocamız vardı. İsmini vermeyeceğim ama dalgın dalgın halleri, sürekli bir ızdırap çekermiş gibi duruşu ve mütemadiyen hafızasında canlı durmakla beraber asla öğrenemediğimiz acı dolu mazisinin tesiri altında ezilmiş ruhuyla hepimizin aklına kazınan hoca desem, herhalde bütün lise arkadaşlarım ismini verecektir.


Biz henüz o zamanlar hayatın farkında olmayan, ciddi ve mühim meşgaleler olduğunu sandığımız ama hepsi birer komedyadan ibaret olan şeylerle  uğraşaduruyor, "herkese benden çay" diyerek aldığı çocuk haberiyle cebindeki ay başına dahi çıkarmayacak paraları son haddine kadar savuran fakir ama gururlu baba edasıyla yalnızca o yaşlara mahsus bulunan ve yarını düşünme kaygısı olmayan o güzel günleri saçıyor, saçıyor ve saçıyorduk. Dünyanın en mühim meseleleriyle, nasıl olacak da ona sevdiğimi söyleyeceğimlerle, bence o da seni seviyor ama kıskandırmak için ötekiyle takılıyorlarla, çıkışta durağa kadar beraber yürümeyi hayalimizde bütün gün ve gecemizi mutlulukla dolduran bir destansı aşka çevirmekle, tedrisatta edebiyat ve fen olan sınıflarımızı fikriyatta sağ ve sol olarak yeniden tanımlamakla uğraşıyorduk. Bütün bu ağır sorumluluk gerektiren, gerçek manada bir şey yapıyormuş gibi hissettiren mühim meselelerimiz sanki yetmiyormuş gibi bir de üniversite kazanmak için yapmamız gereken önemsiz, anlamsız, manadan yoksun bir işimiz vardı: ders çalışmak.


Her şey olması gerektiği gibi olurken, bir sene yeni bir edebiyat öğretmeni geldi. Bizim sınıfı da okutacaktı. İlk zamanlarki durgunluğunu "herhalde ortama alışmaya çalışıyor" diyerek normal karşıladık. Bir çok edebiyat öğretmeni gibi o da derslerde konudan sapıyor, dersi bir edebiyat söyleşisi havasına bürüyordu. Lakin biraz daha farklıydı. Biran önce dersi bitirip o derin düşüncelerine tekrardan dalmak, bizi serbet bırakmak kaydı ile sınıfta bedenen bulunup ruhen geçmişinin o yakasını bırakmayan günlerini tekrar tekrar yaşadığı bir aleme dalmak istiyor gibiydi ve öyleydi. Arada sırada söyleşilerinde "mesele Zweig gibi yazabilmektir arkadaşlar" diyerek bize biraz Stefan Zweig'tan bahsediyor ve hepimizin o kudretli yazar ile ilk tanışmalarımızın müsebbibi oluyordu.


Bir gün bizden çok hüzünlü bir şarkı açmamızı istedi. Ders işlemiyordu. Şarkı boyunca gözleri muayyen olmayan bir noktaya bakarak düşündü, düşündü, düşündü... Her şey yarım metre ötemde oluyordu. Yarım metre ötemde, bir insan müthiş bir azap çekiyordu. Büyük merak ile işin aslı astarını anlamak istiyor ama saygımızdan susuyorduk. Yalnızca bir defaya mahsus olmak üzere "Hayatta bazı pişmanlıklar vardır, insan bunu aşamaz" gibisinden, şuan kelimeleri doğru hatırlayamadığım ama tahammülü zor bir pişmanlık yaşadığını ifade eden bir cümleyi ağzından belki ihtiyari belki gayri ihtiyari kaçırmıştı. O günden sonra ve o zamana kadar onun bu melankolik ızdıraptan kurtulmak istemediğine, bilakis bunu kabullenip bundan sonra iflah olmaz bir hayat yaşayacağını kabullendiğine dair bir kanaat getirdik. O yaşlardaki suni depresyonlarımızdan biz de bu tarz-ı sarhoşluğun mazoşist zevkini biliyor ve ona bu ortamı sunmak için biraz da işimize geldiğinden dersleri kaynatıyorduk.


Sabahattin Ali'nin Raif Efendisi'nin beden bulmuş hali olduğunu çok sonraları o kitabı okuyunca anladım...


Merak etmeyin hocam, hayattaki belki en büyik isteğiniz hüsranla sonlandı, belki ölüm gelene kadar vakit doldurmaktan başka gaye bulamıyorsunuz kendinizde ama daha küçük daha naif bir başka isteğiniz gerçekleşti: Artık herkes Stefan Zweig okuyor.

Çifte Kavrulmuş Adam

30 Kasım 2020 Pazartesi

Modern Divan Edebiyatı'na Bir Mukaddime Olsun Diye

 İşte bütün endamiyle duruyor gökte yıldızlar

İnci gibi, tane tane, ışıl ışıl ve sonsuzlar


Tarife sığmaz bir takım hisler doluyor içime

Sanki bir nida, bir mana, bir davet bu ama kime?


Ne için bunca güzel süs, ne için var bu manzara?

Aklı ziyan, gönlü sarhoş, ruhu bir hoş ediyor da


Hem zinnur bir billur gibi kamaştırıyor gözleri

Ağlatıyor, sızlatıyor, kıskandırıyor Ülker'i


Sonsuz anlamlar saçıyor şu latif gümüş avize

Düşündürtüyor, düşün diyor, ne anlatıyor bize?


Hiç mi düşünmez insanlar, akıl tasları mı delik?

Belli bir kasıt, bir niyet, aşikarken üstelik


İşte üstümüzde kamer, ışık saçar tebessümü

Bizimki bu mucizeyken, acep onunkinde ne var?

Hep sefalet, hep delalet, gafletle dolu yeryüzü

N'apsın o güzelim ay yüzü, ağlasın mı gülsün mü?


O gecelerin güneşi, bütün renkleri boyuyor

Belki de bütün sureti, aslına çevirmek için

O kurşuni ziyasıyla, tüm boyaları soyuyor

Yine güzel, daha güzel, ruhum bir başka doyuyor


Nevrûzî

5 Ağustos 2020 Çarşamba

Yazımsı

Büfeden iki kutu arpa suyu bir paket de deve muadili aldı. Seyyar sandalyesini kumsala attı. Denize karşı şöyle bir arkasına yaslandı. Karşısında ay ve yakamoz.. Onlara eşlik eden Jüpiter, Satürn ve batmakta olan akrep takım yıldızı. Kumsala ürkekçe çarpan dalgacıklar. Karşı sahilde Biga. Fonda canlı müzik mekanlarından gelen gitar ve şarkı sesleri. Ayaklarında serin kumlar.

Ve bomboş bir zihin...

Kulaklarında son nefesini bir plak kaydına veren Tanju Okan ve K....

Bohemcilik edatlardan ibarettir. Al sana Cihangir ağzı bir türkolojizm.

Evet sayın okumayıcılar. Üstteki tasvirle ne alakası var değil mi bu -izm'in. O zaman ilan edelim:

BU YAZI ALAKALARDAN ALAKASIZDIR.

Araplar çölde yaşadıkları için devenin adım atma ritmine göre uzun ve kısa heceler söylerek şiir söylemeyi büyük maharet sayarmış ve bu sayede Büyük Divan Şiiri ortaya çıkmış.

Dost bîvefâ, felek bîrahm, devran bîsükûn
Dert çok, hemdert yok, düşman kavi, tali' zabûn

Neyse, bu kadar rahvanizm yeter. Baştan başlayalım.

Seyyar sandalyesini kumsala atıp şöyle bir kuruldu. Arpa suyunu açıp maskesini çıkardı ve koluna taktı.

Birinci yudum. Jüpitere baktı. Çok uzak... Ama ışığı gözünde, teninde. Bir takım derin manalara gebe bir düşünce. Denizler ve dalgalar kumsalda. Bağlamdan bağımsız cümleler.

BU BİR YAZI DEĞİLDİR.

İkinci yudum. Bunu anlatan bir tür edebiyat vardı. Bağlamdan bağımsız ve düşüncende belirir belirmez kelimeleri kağıda geçirdiğin bir tarz. Ortada herhangi bir cümle olmuyor, sadece psikanalistlere numune oluyor. Öyle garip bi'şey.

Üçüncü yudum. Lisede edebiyata dair şöyle bir fikri vardı. Gelecekte şiiri anlatan bir şiir yazacak ve adı şiir olacak. Romanı anlatan bir roman yazacak ve adı roman olacak. Terkib-i Bent'i anlatan bir terk-i bent yazacak ve adı..... Her türe bir örnek. Sapıklık....

Kavramlarla kavgalıydı hep. Kavramları kavramaya çalışıyordu. Herhangi belli bir kavramı değil, öyle alelade hangi kavram olursa olsun. -tüh paragraf başına dördüncü yudum yazmayı unuttum- neyse.

Beşinci yudum. Pençşenbe'den perşembe ise, beşinci yuduma bir isim verdi. Penç-guluk'tan perşuluk. Bir edebiyatçının dünya klasiği üretmekten daha büyük bir başarısı varsa o da diline bir kelime kazandırmaktır diye düşünürdü. Şekspir'i överdi bu konuda, ki zat-ı muallakları diline kelimelerden öte doğrudan gramer kalıbı katmıştı. Vaov!... O da bir kelimr üretti. Yoksayım. Yoksaymak değil, yoksayım. Anlamı mı? Anlamı yok :) ne bahtsız üretim değil mi... Çünkü yok diye bir şeyin olmadığını düşündüğü için yoksayım da yoktu. Olmayan bir şeye kelime üretmek, hahah...

Yedinci yudum. E önceki paragraf uzundu, altıncı o arada gitti. Sıkıldım, yeter bu kadar saçmalamak. Görüşürüz pek değerli okumayıcılarım.

20 Temmuz 2020 Pazartesi

28.Sayı - KAPAK

20 Temmuz 2020 - 28. Sayı
ARANAN ADAMLAR
-MASKELİ DERGİ-


Bu sayımızda ;

- Sosyalleşmeyi bilmeyen insanımıza sosyal mesafeyi öğretme çabamızdan
- Bir seçimle seçim yasasını ezberleyen yüce milletimizin bir salgınla ordinaryüs covidolog oluşundan
- "Karantina günlerinde bla bla" klişesinden
- Ve kimimizin gemiden inip kimizin de gemiye çıkışından

Asla, asla ama asla, BAHSETMEDİK...





Aranan Adamlar yalnızca bir dergi değil, maske takmak ve sosyal mesafeyi korumak gibi güzel bir alışkanlıktır

29 Haziran 2020 Pazartesi

Korku

Ben korkarak yaşıyorum.
Korkarak büyüdüm.
Korkarak dövüştüm.
İçimde hep bir sıkıntı,
Sürekli ve daima sinir harbi.
Başaramadığıma olan inancım
Başarmaya olan inancımdan fazla.
Korktuğumdan diyemedim,
Konuştuklarım hep yüksek tondandı
Gizleyerek çığlık atar gibi.
Hızlı yürüdüm hep
Yola bile kızgınsın dediler
Aslında kaçmak içindi.
Düşüncelerimden korktum,
Attım hepsini içime
Rüyalarıma girdiler
Kendimden korktum.
İnsanı korku hayatta tutar dediler
Ama benimki beni öldürecek sanki.

Korkuyorum.                               Neden?
       Korkuyorum.                  Neyden?
              Korkuyorum.    Kimden?
                            Tükeniyorum!

14 Mayıs 2020 Perşembe

1. Aranma Ayini İlanı

Kayıp Seyyah'ın umumumuzu At etrafında cem olmaya davet ettiği o cûş-aver, o tehyîc, o sebeb-i ihtizâz olan; sanki bir ustâd-ı aklâm-ı sitte elinden huruç, sanki bir rakkase-i kalem misali yazdığı, ruhumda bir velvele-i istihsana müsebbib yazısını okuyunca bir ayin düzenleme isteği benliğimin taa en derinlerinden bir gayzer-i kebir misali fışkırdı.

Biz Aranan adamlaR olarak ve siz değerli okumayıcılarımız, 3 Haziran 2020'yi 4 Haziran 2020'ye bağlayan gecede, bütün katılımcıları yazar olarak atayacağımız yeni bir platformda

AT ETRAFINDA BULUŞUYORUZ

Bu bir 1. Aranma Ayini ilanıdır.
Saçmalamak ve kişnemek serbest!!

Başvuru için

Kayıp Seyyah : kuroiraion@gmail.com

Çifte Kavrulmuş Adam : sametyngn@gmail.com

Başvuru Şartları
-Yazsın yazmasın herkes,
-Okusun okumasın herkes,
-Aransın aranmasın herkes,

Başvurabilir. Sanki çok da umrumuzdaydı.


Aranan Adamlar çok da şey etmeden sunar.

"Kayıp Seyyah'a Dair"e Dair

Her beğeneni kaçırmaya ant içtiğimiz şu dergiye iyi dileklerini benim aracılığımla ileten bahtsız iki şahıs münasebetiyle kaleme alınmış bulunan "Kayıp Seyyah'a Dair" başlıklı menfur yazının, yerli ve milli olmanın öneminin "At" ile üstünün çiğnendiği şu döneme denk gelmesi çok manidardır. Rahvan ittifakının önemli bir ATılım yaptığı bu günde, beni bir "Kişisel Gelişim Uzmanı" ve "Yaşam Koçu" gibi göstermeye çalışan bu yazıyı yine de "Aranmak" olarak görüyor ve hepimizi "AT" etrafında birleşmeye davet ediyorum. Üstad Ferhan Şensoy'un deyişiyle sevgili MBLG ye demek isterim ki; "fan" sayımız iki kişiye mütecaviz idi ancak şu sıralar gözle görülür bir tecavüz bulunmamaktadır.

 Not: Atın arka tarafında duranların atla aralarına güvenli bir toynak mesafesi koyması önemli bir husustur. Arz olunur.

Kayıp Seyyah'a Dair

Sevgili okurlar,

Bu mektubu sizlere Kuzey Atlantik Okyanusu'ndan yazıyorum. Okumayın.

Kayıp Seyyah git gide meşhur oluyor. Sosyal medyada DM'den yürüyenler mi dersin, mail atanlar mı dersin, evine mektup yazanlar mı dersin, gemisine inm-c den telex yollayanlar mı dersin, ünü okyanusları aşacak gibi, hadi hayırlısı.

K.S.ye özel not: Oğlum biz burayı not defteri gibi kullanmak için açmıştık, sen bildiğin meşhur oluyorsun. İlk şiir kitabından imzalı isterim. Şey yaz ama:

"Bak sen şu işe,

2nd Officer
Kayıp Seyyah"

27 Nisan 2020 Pazartesi

Fahri ArananadamlaR Yazarlık Sertifikası

ARANANADAMLAR DERGİSİ
FAHRİ YAZARLIK SERTİFİKASI

Sertifika No: AR000001


Aranan adamlaR - Amaçsız Dergi ve Rahvanizm maddelerinin ilgili hükümlerine ve gerekliliklerine göre düzenlenmiştir.


1. Yazarın Beyanatı
--------------------------------------------------------------------------
1.1. Adım                                     : Tevfik Fikret
1.2. Tabiatımın esas özelliği    : Bulamadım
1.3. Kadınlarda sevdiğim şey  : Mihribanlık
1.4. Kendimde sevdiğim şey   : Sebatı-ı kaum 
1.5. Başlıca kusurum                 :Kimseyi beğenmemek
1.6. Tercih ettiğim meşgale      : Hülya kurmak
1.7. En büyük musibetim         : Servet-i Fünun
1.8. Yaşamak istediğim yer      : Burası değil
1.9. Ölmek istediğim yer          : Burası değil
1.10. Sevdiğim hayvan             : Kendim
--------------------------------------------------------------------------

2. Değerlemdirme
--------------------------------------------------------------------------
2.1. Sonuç: ArananadamlaR yazarı olur.
--------------------------------------------------------------------------

İşbu sertifika, ArananadamlaR Dergisi tarafından, bu sertifikanın Bölüm 1. başlığı altında bilgileri verilen, Hüseyin Efendi oğlu Tevfik Fikret'e;

"FAHRİ ARANANADAMLAR YAZARI"

ünvanını tüm hak, sorumluluk ve onuruyla birlikte kazandığını onaylamak üzere düzenlenmiştir.

Düzenlenme yeri    : MURMANSK/RUSYA
Düzenlenme tarihi : 27-Nisan-2020




ArananadamlaR Editör Yazarı                                   ArananadamlaR Kurucu Yazarı
           SAMET YENİGÜN                                                       OĞUZ KURUDERİOĞLU


20 Nisan 2020 Pazartesi

Madde ve Mana

Bir sis perdesidir bu, bir beyaz rüya
Hissedemiyoruz ama bir yerlerdeyiz güya
Yol yok, yoldaş yok, yolculuk çok uzun
Bir arayış hikayesidir bu ruhumuzun

İlk eylemidir insanın taa ruhluktan kalma
Bir o yana bir bu yana, maddeden manaya
Ah o anlamlar yaratılmadan önce
Ah o güzel eski zamanlarda
Bir gül, kokusuz ve aşksız bir güldü sadece
Bülbül uçar iken o daldan bu dala
Şakıyordu sadece şakımak için gönlünce
Anlamsızlık geldi anlamın ardısıra

Başlangıçta her şey büyük bir toz bulutuydu
Sonra zaten kimse anlayamadı ne olduğunu

Anlam aşık etti bülbülü güle
Anlamsızlık acıyı kattı aşka
Tutamadı kendini bülbül uçtu sevdiğine
Vuslat duruyordu karşıda doğrusuyla yanlışıyla
Her şey olmadan önce bakıştılar bir süre
Sarıldı her şeyiyle, gül dikenliydi ama
Battı dikenleri gülün bülbülün yüreğine
Bastırdı kendini iyice, tam dikine dikine

Bir akıl, bir şuur, bir irade gerek
Aksi halde her şey cenazade dümbelek

Müddei iddiasını ispatla mükelleftir
Işıması güneşin, güneşliğine gayrettir
Ölüm insanın yaşadığına kanıt
Doğumsa yaratılışa işarettir
Bir akıl, bir irade, bir şuur varsa insanda
Bu tanrının varlığına apaçık bir ayettir
Mana maddenin ruhudur ayrı gayrı olmaz
Bilgi aklın manası, insanlığına aittir

O mekan ki son noktadır insandan gayrı
İnsana sınır yoktur ilminden başka
Madde ve mana, ışık ve koku, güneş ve şavkı
İnsan dediğin kamildir ama bilmez o başka


Nevruzi,
20 Nisan 2020, Pazartesi.
Barent Denizi, Kuzey Kutbu.

10 Nisan 2020 Cuma

Kabulleniş

Yaranmak zordur kim olursa - olmasın
Kendimi anlattığımla düşmanım
Anlamaya çalışanla meraba meraba
Anlayanı aramadım ki zaten
İsterim ki kabul etsin birileri
Kendince şekillenmiş şu benliğimi

Einstein

Denizde yaşamayan bilmez
O da bilmiyordu
Deniz bükebilir zamanı
Bir geminin içinde
Sabit tutamazsın zamanı
Ayların geçtiği saniyelerde
Bazen aylar sürer saniyeler
Bir kadından ayrılmanın
En eğlenceli olduğu yerdir
Gemi dediğin aslında
Koca bir kara deliktir

28 Mart 2020 Cumartesi

Yalılar, Sahiller ve Dinamitler

     Başarılı olmak için para lazım, mutlu olmak içinse daha fazla para lazım. Kaliteli yaşamak, istediğin her şeyi başkalarının senin adına yapması ve senin bunlara her istediğinde ulaşabilmendir. Görünüm olmazsa olmazdır mesela başarılı olma yolunda, karşındakinin seninle alakalı ilk düşünceleri çok önemlidir ve her şeyi değiştirir. Bunun için sana  ait, bir odanın tamamını kaplayan gardrobun olmalı (giyinme odası) ve o gardrop da modayı takip ederek sürekli güncellenmeli ve içi rengarenk giysiler ve ayakkabılarla dolu olmalı (daha başka gereklilikler de var elbet ayrıntıya girmeyeceğim). Bütün bunlara sahip olmak çalışmaktan geçiyor tabii ama nasıl bir çalışmak? Çalıştığın işi  sevmelisin elbette ama bu sana saygınlık da getirmeli. En ideal, saygın ve mutluluk getirecek çalışma şekli iç mimarların güzelce döşediği plaza ofislerinde masa başı işlerdir muhakkak. Bitti sandıysan yanılıyorsun. Asıl şimdi başlıyoruz. En iyi okulları bitirip gayet SAYGIN bu işi kaptın diyelim ve bu işi kapan herkes gibi şunu artık anlamış olmalısın ki uzun süredir içinde bulunduğun bu yarış ve rekabet artık kızışacak. Sen değerlisin ve bundan sonra yapacağın her şey senin mutluluğun için. Mutlu ve başarılı olmak istiyordun değil mi? En tepeye oynamalısın, bütün rakiplerini elemelisin. Unutma her şey senin için ve etrafındaki herkes seni saf dışı bırakmak niyetinde. Alenen yapmadığın müddetçe başarı yolundaki her hareket mübah. Ancak tepeye ulaştığında ve çevrendeki herkes senin yenilemez, ulaşılamaz olduğunu kabul ettiğinde MUTLU olabilirsin. O dakikadan sonra diğerleri senin mutluluğun için çalışacak ve onları zerre düşünmek  zorunda olmayacaksın.
     Az önce okudukların ülkemizde ve diğer yabancı ülkelerde televizyonları işgal eden dizilerin bende oluşturduğu düşünceler. Daha doğrusu bunlar biz standart insanlara iletilmek istenen düşünceler. Kimler tarafından iletildiğinin hiç bir önemi yok (belki bir şahıs, belki bir grup, cemaat, dernek, devlet, şirket, birden çok şirket neyse işte) ancak şunu bilmelisin ki dostumuz değiller. Neden mi? Gel  biraz düşünelim.
    On iki katlı bir apartmanın 2+1 odalı dairesinde ailenle salona toplaştınız, takip ettiğiniz dizinizin yeni bölümünü izleyeceksiniz ve sen 10 yaşındasın. Önünüzdeki ekranda son model arabalarda son moda kıyafetlerle "mutluluk savaşı"nı kazanmaya and içmiş karakterler var. Bunlar ailecek bir yalıda yaşıyorlar. Aile şirketlerini daha da büyütmek ve daha çok tüketmek için birbirlerine akla hayale gelmeyecek çirkeflikler yapıyorlar. Yalandan evlilikler, öz kardeşinin kuyusunu kazmalar, taktik evlilikleri havalarda uçuşuyor ancak bunlar senin ailen için hiç önemli değil çünkü onlar dokunulmazlar bu yüzden her şeyi yapabilirler. İlerleyen safhalarda o dizinin içinde bir karakter beliriveriyor. Aynı senin gibi bir karakter. Alelade bir semtte gayet sıradan bir evin içinde anasıyla babasıyla yaşayan, mahallenizin çocuğu arkadaş sahneye çıkıveriyor. Kendisi çok akıllı, inanılmaz erdemli, felaket başarılı, en iyi okullarda burslu okumuş, gelmiş en sonunda bu iğrenç aileyle bir şekilde yolları kesişmiş. İlk başta çalışkanlığıyla dikkat çekiyor. Pratikliğiyle şirkete büyük katkılar sağlıyor ve rütbesini kademe kademe yükseltiyor, bir denileni iki etmiyor ancak ailenin bazı üyeleri bu erdemli arkadaşa kıl oluyor. Arkadaş da bakıyor böyle olmayacak onların oyununa dahil oluyor ve "erdemini kaybetmeden" (bakın burası çok önemli) onun da yapmadığı çirkeflik kalmıyor. Yalandan ilişkiler, hukuksuz iş  çevirmeler, güveni boşa çıkarmalar, kendi adaletini kendi sağlamalar kanalizasyon gibi akıyor televizyondan evinizin içine. Annenin gündüz kadın programlarında seyrettiği ve ne beddualar ne küfürler ettiği iğrençliklerin hepsi bu dizinin içinde kurgu olarak mevcut lakin ortada bütün bu iğrençliğin kokusunu örten ve haklı çıkaran bir durum var. Dizi karakterlerinin hepsi zengin veya zengin olmak üzere. Hepsinin "özenilecek", "rol model" bir yaşantısı var ve bu yaşantıda çirkeflik esastır. Bunun doğrultusunda diziyi izleyenlerin bilinçaltlarında bir düşünce beliriyor. Çoğu "kişisel gelişim" kitabının ve "YAŞAM  KOÇU"nun uzun zamandır dikte ettiği bir düşünce aslında: "SEN DEĞERLİSİN, HER ŞEYİN EN İYİSİNE LAYIKSIN". 
      Sen neden onlar gibi olamayasın değil mi? Bu yüzden sesini çıkarmadan bu yarışı o iğrenç kurallara göre sürdürmelisin. Çok çalışıp çok tüketmelisin. İhtiyacından fazlasını da tüketmelisin hatta çünkü farklı olmak zorundasın, göze batmalısın. Mesela o kolundaki saat hiç dikkat çekici yani "şık"  değil. Onu bir köşeye bırakmalı ve seni ayrıcalıklı gösteren bambaşka ve pahası yüksek bir saati almalısın. Artık daha elit bir görüntün var. Şu andan itibaren iş arkadaşlarına bir üstünlük sağladın bravo ve senin üst kademendeki insanların seviyesine bir adım  daha yaklaştın. Gördün mü? Sadece başarılı olmak yetmezmiş demek ki. Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez. Tüketmeye devam o  zaman. Kalite olarak çok farklı olmasa da etiketi sebebiyle elit ve pahalı olduğu için çoğu kimsenin almaya cesaret edemediği o giysileri alma vakti. Özel ve nadir görünmelisin. Çünkü özel ve nadirsin (!). Ne güzel gidiyorsun değil mi? Yavaş yavaş işini gören sıradan her şeyden kurtulup yerlerine daha pahalı ama aynı işleri yapan şeyler satın alıp farkını ortaya koyacaksın ve özelleşeceksin bu şekilde. Tüketeceksin de tüketeceksin ama bu sadece görüntüyle olmaz. Düşüncelerini de değiştirmen lazım. Mesela herkes eşit değil. Sen öyle sıradan kafelere gidemezsin. Elit, öyle herkesin gidemeyeceği kafelere gideceksin arkadaşlarınla. Masalarınıza bir tabağı yirmi paket makarna değerinde sosa bulanmış afilli makarnalar gelecek. Yanına da her tekelde bulunan, görüntüde aynı ama pahada en az 4 kat fazla eden soğuk çay söyleyeceksiniz. Sıradan insanlar böyle bir mekana gidenler için açıkça enayi diyecekler belki ama onlar ne bilir ki değil mi? Hatta muhabbet arasında arkadaşına haklı olarak diyeceksin ki " Bu fiyatları ödeyemeyecek olan gelmesin kardeşim! Biz o krolarla uğraşmamak için buraya geliyoruz.".  Beraber standart bir ailenin haftalık market alışverişine denk olan hesabı ödeyeceksiniz sonra (bunu haftada minimum üç kere yapıyorsunuz bu arada) ve sahil boyu arabanıza atlayıp gezeceksiniz ama denizi çok az göreceksiniz çünkü sahiller bizim içinde olduğunuz bu yarışı önde götürenlerin mabetleri olan yalılarla  dolu. O yalılara bakıp iç geçireceksiniz ve diyeceksiniz ki "Vay be! Adamlar yaşıyor bu hayatı!".
     Senin girdiğin yarışın temel kuralı bu işte. Yarışta ne kadar öndeysen o kadar yaşarsın bu hayatı. O manzarıyı sürekli görebilmek için hak etmelisin çünkü, diğerlerinden iyi olmalısın ve acımamalısın. Çünkü herkesin vatandaşı olduğu bir devletin doğal zenginliği olan sahiller, hırsları yüzünden canavarlaşmış yarışçılar tarafından gaspedilebilir ve bu meşru bir haktır. Bir gün sen de insanların haklarını kendi çıkarların için gaspedeceksin farkında olmadan çünkü canavarlaşmış iğrenç egon bunu normal  görecek ve kendince bunu haketmiş olacaksın. Senin gibi düşünen başka insanlar da devletin yöneticisi olacak ve bu yarışın hamiliğini yapacaklar.
       Yukarıda yazdıklarım kabaca bir senaryo ve bu senaryoda sen yarışı başta götürenlerin arasına katıldın. Ancak gerçek daha farklı ve bu kadar basit  değil. Çoğu insanın benzeri hayallerle girdiği bu yarışta aslında yarışanların çok büyük bir kısmı yarışı başta götürenlerin onları köleleştirdiğinden habersiz. O yarış parkuru, başta gidenlerin çıkarlarını korumak üzere dizayn edildi, çünkü zaten bu yarışı başlatanlar yarışı başta götürenler. Devletlerin kanunları onların çıkarlarını korumak için tekrar yazıldı, hukuk sistemlerinin tamamı onları koruyor. Başlattıkları bu yarışta onlara yetişebilen çok nadir ve emin ol sonradan yetişenler hepsinden daha iğrenç ve daha acımasız. İnsanlar (sen, ailen, arkadaşların, ben) yaşamak için onlara çalışıyor ve hakettiklerinin çok azını kazanıp hakettiklerinden çok daha fazlasını onlara borçlanarak harcayıp onların esiri oluyorlar. İnsanlar tükettikçe daha da batıyorlar ama  yine de göremedikleri denize nazır sahillerde gezerken o iğrenç yalılara hayranlıkla bakıp mutlu hayaller kuruyorlar.
      Anlayacağın ortada bir yarış değil insanların oyuncak olduğu iğrenç bir oyun var. Kimse sesini çıkaramıyor korkudan.  Ama korkuya kapılma sen. Dinamitler biriktiriyorum onlar için hepimizin adına. Sonra bekleyeceğim sabırla. Artık zamanı geldiğinde sahillerdeki bütün yalıların dibine döşeyeceğim o dinamitleri ve boğaz manzarasını size hediye edeceğim.

17 Ocak 2020 Cuma

Diyalog 2 - Köşebaşı Entelleri

İstanbul'da yeni bir bin yılın başladığı zamanlarda, binaları sokaklarına paralel, yazları sıcak ve konfeksiyonel serpintili, kışları soğuk ve kolsuz şişme montlu, bitki örtüsü genellikle bol baslı şahin ve köşe başı abisi olan, vahşi yaşama üç çizgili adidus zalımus'ların hakim olduğu bir mahalle vardı. Bu mahallede her canlıdan üç nesil bulunurdu. Biz bu belgeselimizde Adidus Zalımus'ları, diğer adıyla Varoş Kurtları'nı anlatacağız.

V for Varoş!

Çetin kış ayları soğuk havaların yağmur getirmesiyle birlikte Zalımusları etkilemeye başlıyor. Yağışların kara çevirmesi ve iki haftalık örtünün Semt'i kaplamasıyla birlikte artık avlanamayan kurtlar iyice zayıflıyor. Vahşi Doğanın sert kuralları önce yavru kurtları hedef alıyor. Mavi önlüklü zalımus'lar sırayla nezle-grip-ishal-kızamık gibi hastalıklara yakalanarak güçsüz düşüyor. Anne zalımus'lar yavrularıyla ilgilenirken onlar da hastalanıyor. Sürünün bu hali Baba Zalımus'ları üzse de üzerine düşen rol gereği belli etmiyor. İhtiyar Adidus'lar yılların tecrübesiyle sürüyü iyileştirmeye başlıyor.

Bahar gelip de güneş yüzünü gösterince eriyen karlar altından köşe başı abileri çıkıyor. İşte Köşe Başı Abileri. Sürünün en tehlikelileri. Her zaman sürüden ayrı kendi köşelerindedirler. İşte birisi çömeldi! Çek Martin, çek. Bu sahneyi hiçbir belgeselci kaçırmak istemez doğrusu. Standart bir Varoş Kurt'u düz desensiz bir vucuda sahiptir. Köşe Başı Abilerini diğer kurtlardan ayıran özellikleri ise ön ayaklarından başlayıp omuzlarına kadar çıkan ve oradan hemen kalçaya geçip arka ayaklarının ucuna kadar olan üç çizgidir. Genellikle beyaz olan bu çizgiler doğduklarında çok kısa bir süre sonra belirmeye başlar. Onları sürüden ayıran diğer özellikleri ise görevleridir.

Bir Varoş Kurdu sürüsü yetişkinlerin rehberliğinde ilerlerken en önde yaşlı kurtlar, hemen arkalarında atılgan genç savaşçı kurtlar, onlardan sonra tecrübeli genç kurtlar, onların arkasında yavru kurtlar ve en arkada sürünün tamamını daima görebilecek bir konumda lider kurt olacak şekilde ilerler. Sürünün koruması lider ve tecrübeli genç kurtların gorevidir. Üç Çizgili Kurtlarımız ise sürüden ayrı bir köşede olurlar ve görevleri mekanı Semt'i korumaktır. Sürünün bulunduğu Semt'e giren çıkan her canlıdan haberdar olurlar. Tehlikeli bir duruma anında müdahale ederek Semt'in güvenliğini ve huzurunu sağlarlar. İsimlerini aldıkları "köşe başı" bir gözlem noktasıdır ve normal bir Semt'te iki adet bulunur. Lider, bunlar arasından çıkar. Az önce Martin'le beraber gördüğümüz çömelen üç çizgiliye Sarı adını verdik. Acaba kaçıncı dereceden faça sahibi bir Üç Çizgili? Yeni avlandığı bir zaman yanına gidip yakından inceleriz.

-O da ne? Sen de benim duyduğumu duyuyor musun Martin?
-Evet Harrari, doğru duydun, bu bir Baslı Şahin. Giderek yaklaşıyor, uzaklaşsak iyi olacak. 

***

8 Saat Sonra, Semt'te Gece.

-Sessiz ol Martin... İste üç çizgililer köşede. Kaç tane görüyorsun?
-İki.
-Seslerini duyabilecek kadar yaklaşmayı deneyeceğim.
-Dikkatli ol Harrari. Bu bizim Sarı değil mi? Kırmızı Tuborg içiyorlar.
-Evet bizim Sarı. Ssshhhh... Buraya bakar gibi oldular.
-Yavaş hareket et lütfen.
-Sanki ne konuştuklarını duyar gibiyim.
-Kulaklığımdan ben de duyar gibiyim, az kaldı Harrari.
-Evet işte oldu. Mikrofonu bırakıp geliyorum.
-Tamamdır.

Çok ender kaydedilen bir şeyi kaydediyoruz şu anda sayın seyirciler. Yüzlerine odaklan Martin. Kırmızı Tuborg içen iki Köşe Başı Abisi, günlük detoks içeceğini alan iki Üç Çizgili Adidus Zalımus. Hoparlörü açıyorum.

Diğeri: Neydi o abi geçen günkü eleman? Bi' hareketler şekiller falan bizim semtimizde!
Sarı: Ya aklınca kabadayılık taslıyordu. Verdik ağzının payını, yolladık.
Diğeri: Neymiş derdi abi?
Sarı: Ya gelmiş bana diyo ki "yok efendim Tutunamayanlar kocaman bir balondur." Lan sen kimsin lan gevvvvşek! Sen kimsin bizim semtimize gelip Oğuz Abiyi kötülüyorsun, yarraama bak hele!
Diğeri: Oğuz Abi hakkında ileri geri konuştu he! Bunlar tehlikeli oyunlar peşinde heralde, heyecan istiyorlar belli ki.
Sarı: Dur hele dur, oyunlarla yaşatıcam ben onları.
Diğeri: Abi gidelim, yanlarına bırakmayalım bunu.
Sarı: Sakin ol, her şeyin bi' şeyi var. Hayır onla da kalmadı, yok çalıştıymış da, asıl tutunamayan Yusuf diye bi' elemanmış da, Oğuz Abi ondan gasp etmişmiş. Oğuz Abiyi tanımıyor belli ki, onun kestiği racona hala aklı ermiyo' yeni yetmelerin.
Diğeri: Bak ya! (Elindeki tuborgu dikip sinirle fırlattı.)
Sarı: Dur bak sana ne dicem. Geçende Oğuz Abi toplamıştı bizi. Mekandayız. Adam bi' laf etti, aklım götüme kaçtı, Polat molat hikaye.
Diğeri: Ne dedi abi?
Sarı: "Zaman her şeyin ilacıysa, fazlası intihara girmez mi?" dedi.
Diğeri: Ne diyosun be abi...
Sarı: Üstüne kimse laf edemedi birader, öyle sustuk kaldık.
Diğeri: Vay be abi...

......devam etmeyecek......

31 Aralık 2019 Salı

Metropolus Sapiens

Mardin gibi giydirilmiş bir orman
Şehre kök salmış her bir evcil çam
Bir sirk maymunu gibi süslenmiş
Güzel görünmek istiyor ama ruhu küflenmiş

***

Geceleri neon ışıklarla aydınlatılmış
Ruhları noel ışıklarıyla kararmış
Geleni mi kutluyor gideni mi uğurluyor
Bir yılbaşı ki yıl sonunda kutlanıyor

***

Evrilmeye devam ediyor homo sapiens
Tutunamayanlar Disconnectus Erectus
Dergi yazanlar Searchus sapienS
Tıpta yerinde sayanlar Homo Madurutus
İstanbul'da yaşayanlar Metropolus Sapiens

30 Aralık 2019 Pazartesi

Eksik Boyut

Kendimle eksiğim bu gün
Seninle fazlayım bir an
Yıldızlara artık bakılmayan bir zamandan
Üçüncü boyutun tercih edilmediği bir mekandan

                              Önüm
               Solum                    Sağım
                              Arkam


             Sıkıldım artık bu oyundan!

Çatlak Duvar

Çıkmazların gölgesini taşır şu bedenler
Kim niyetlenmişse geçip gitmeye
Çatlak duvarlar bulmuştur ardı belirsiz
Loş ve gölge bir tenhadır yürekleri
Belirsizliğin getirdiği ürpertiyi saklar
Sigara dumanından kalan pusla beraber
Misal sabahın altısında bir kış günü
O çorbacıdan çıkınca hissedilen boşluk
Tarif edilebilir mi uğraşıp yazarak?
İnsan tarif edebilir mi bir çıkmazı
Bir sabahçı kahvesinde oturup anlatarak?

Herkesin Şiiri

Kalemlerin mürekkebi tutunamaz,
Bir şiirdir akıllarda kimse yazamaz
Uzunca zamandır dinlenilmemiş bir şarkıdır
Radyoda tesadüfen çalmaya başlayan
Bir metro durağında boşluğa dalıp gitmektir
Ve tanıdık bir yüzün trende belirmesidir
Adım adım sokaklara döşenen anılardır
Elde sigara duman duman özlemdir
İşte o şiirdir
           Herkes yaşar da
                         Kimse okuyamaz


                                                  Kayıp Seyyah

1 Aralık 2019 Pazar

Emret Komutanım!

Kayıp Seyyah gemide,
Ben de askere gidiyorum,
Bu uzun sessizlik için,
Kusura bakmayın,
Hiç olmayan sayın (!) okurlar,

Rahvanizm madde 34:
(i) Aranan adamlaR her zaman haklıdır.
(ii) Aksi durumda bu kuralın (i) bendindeki hükmü uygulayın.
(iii) Rahvanizmin 34.maddesinin (i) ve (ii) bendlerindeki hükümler, aynı kuralın (iii) ve (iv) bendleri ile güvence altına alınmıştır.
(iv) Madde 34'ün (i), (ii), (iii) ve (iv) bendlerindeki hükümler değiştirilemez, değiştirilmesi mevzu bahis dahi edilemez, siz kimsiniz lan!
(v) This claus intentionally left blank.
(vi) Tadilat hakkı Aranan adamlaR'da saklı kalmak üzere, bu kural bir Rahvanizm maddesidir.
(vii) Manevi mirasımız çiğköftedir. Az acılı.

Aranan adamlaR Editör Yazarı
Piyade Er Samet.

27 Kasım 2019 Çarşamba

Bak Sen Şu İşe

Ne şekilde bizi bulduğunu bilemediğimiz, Karaköy'de beklenmedik bir sokağa girmişçesine masum sayın feminist,
Bu duruma o sokağın müdavimleri kadar biz de şaşırdık. Yanlış anlaşılmasın. Bakış açımız yanlış anlaşılmasın lakin bir feministin beğenisini kazanacak kadar ne demiş olalım ki diye dertliyiz.
Açıkçası biraz da meraklıyız. Bi' arkadaş dedi, sokağa girişte kimlik soruyorlarmış. Doğru mu feminist hanım, girerken sordular mı?

İnsan şu dergiyi niye okur, hala anlamış değiliz.
Ya adam üniversite okurkenki meteoroloji dersini hacet gidermeye benzetti, "ya ne kadar komik eheheh" dediler,
Pizzaya yazı yazdı, "off çok cool" dediler,
Sanırsın Kadıköy'ün yapmacık boheminden bir çevremiz var. Gelsin o zaman:

Kadıköy, şarap, bohem...
Yalnızlık ahh...
Sigara dumanında kaybolan bekaret
Gibi bir benlik,
VAROLMA İSTENCİ!!!!
O izmaritin ucunda biraz da benden var mı?

Aranan adamlaR 

14 Ekim 2019 Pazartesi

Keramet

Seni nikah şahidim yapacağım Kayıp Seyyah
Belediyeden aldığı yetkiye dayanarak
Sana da sorduğunda Evlendirme Memuru
Sakın şov yapmaya kalkma
Dümdüz "evet" de.

Seni bir kere daha nikah şahidim yapacağım
Geçtiğimizde hoca efendinin karşısına
Siz "babanın adını unuttum" oğlu Oğuz bey evladım,
Siz de şahitlik ediyor musunuz, dediğinde
Ediyorum hoca efendi, de.

Saçlarının aykırılığına kapılıp da
Olaya heyecan katma
Dümdüz evet de.

28 Eylül 2019 Cumartesi

Diyalog

Oturdu bir adam bir adamın karşısına, ortada bir masa, masada sadece masa örtüsü, güzel mönü.

-Demek cenazeni prova etmek istiyorsun.
-Evet.
-İlginç bir fikir. Nasıl bir şey düşündün?
-Düşünmedim.
-Nasıl yani, nasıl prova bu böyle plansız?
-İnsan planlayarak mı ölür?
-E, intihar bir nevi planlı ölümdür.
-Hayır, intihar bir ölüm kararıdır. Seni oraya sürükleyen şeyleri planlayamazsın.
-Ötenazi?
-Cevabı aynı, sana o kararı aldıran şeyleri planlayamazsın. Planlı ölüm olmaz, insan sadece ölür.
-Ne yapacaksın peki?
-Hiçbir şey. Sen yapacaksın.
-Ben mi?!Na..Nasıl yani?..
-Şimdi herkesi arayacak ve benim öldüğümü söyleyeceksin. Öylece ölmüş olacağım.
-E sebep?
-Kalp diyolar... dersin.
-Tabuta ne koyacağız?
-İnsanlığı. Tamam tamam sululuk yapmıyorum. Ne biliyim koy işte bir şeyler.
-Sonra ne olacak?
-Sonra ben takma uzun bir sakal, büyük bir sarık ve cübbeyle cenaze imamı olarak geleceğim.
-Sonra da kim ne yapıyor ne diyor onları mı izleyeceksin?
-Daha da fazlası. Kendi ruhuma fatiha okutturacağım.
-Hala sululuk peşindesin.
-Ne sululuğu, unuttun mu, imamım ben.
-Peki imam efendi(!)
-Aferin evladım.
-Neden böyle bir şey yapıyorsun?
-Herkes kendi cenazesini en azından bir kere hayal etmiştir. Ben sadece daha canlı bir hayal kuruyorum.
-Yahu herkes liseyi teröristlerin bastığını, okulu ve platonik aşkını kurtarıp kahraman olduğunu hayal ediyor ama bunun için okula saldırı düzenlemiyor.
-Tamam ya amma uzattın. Hadi başla.
-Yahu delirdin mi? Gerçekten ölmediğin anlaşılınca insanların yüzüne nasıl bakacaksın?
-Ölümünü bile prova etmiş birinin kaybedecek hiçbir şeyi yoktur. Ara hadi.
-Tamam ama önce bir kaç şey merak ediyorum onları cevaplayacaksın.
-Nedir?
-En çok kimin tepkisini merak ediyorsun?
-En çok kim üzülecek onu merak ediyorum.
-En yakınlarından biri o kadar da üzülmese mesela?
-Benim bildiğim yakınlık derecelerim önemli değil. Ben beni gerçekten seveni merak ediyorum.
-Peki bunu öğrenince eline ne geçecek, sonuçta artık o insanla bile görüşemeyeceksin.
-Sen belki de sevmişsindir ama hayatında hiç sevilmediğin kesin. Sevmek karşılık ister ama sevilmek karşılıksız bir mutluluktur.
-Gerçekten öldüğünü sanıp ağır konuşmaya başladın..
-Gerçekten öldüğümü varsay, cenazeden sonra senle de görüşemeyeceğiz.
-Sanki bir boşlukla konuşuyorum.
-(Sadece tebessüm etti)
-Peki mezar taşına ne yazdıralım?
-İsim soyisim olmasın. Doğuma C.S.70 Ölüme C.S.96 yazarsınız.
-C.S.?
-Cumhuriyetten Sonra.
-Ulan ölüyorsun hala cumhuriyet falan filan!
-İnsan fikirleri uğrunda ve fikirlerine göre yaşamadıktan sonra ne farkı kaldı hayvandan? Fikirleri uğrunda yaşayan hayvanlar bir tek Hayvan Çiftliği'nde vardı. Sonunda insanlaşmışlardı hatırlarsan.
-Peki peki anladık.
-Mezar taşıma bir de şey yazdırın,
"İşte şimdi başlıyor"
-Lan oğlum kafayı mi yedin?
-Sence?
-Ölüm provası yapan adama ne diyorum, doğru, yedin!
-Sakin ol. Alt tarafı bir prova.
-Neyse uzatmayacağım, yoksa şimdi şuracıkta döveceğim seni! Varsa başka diyeceğin bir şey söyle de işim var daha bir sürü insana ölüm haberini vereceğim.
-Beni güzel hatırla
 Bütün telaşımdan sonra
 Beni sakin hatırla
 Kalbini kırdıysam eğer
 Özür dilerken hatırla
 Bir kızıl gün batımında
 Beni güneş gibi hatırla...

13 Eylül 2019 Cuma

Monolog - 10 (SON)

Sisli bir maziden uzakta yalnızca sana yakın.
Gönlümün dalgalarında sevgim kalsın.
Bitmeyen rüyalarımda hep sen varsın.

-"Gel"
Kapıdan ince uzun genç bir zabit, bütün toyluğunu üniformasına bir rozet gibi takmış halde tedirgin adımlarla girdi. Selam durdu.
-"Ne var çocuk?"
-"Efendim ben imalat-ı harbiye mühendislerinden mülazım-ı sani Medet. Top mermisi hususunda rahatsız etmiştim.
-"Ne olmuş top mermilerine?"
-"Efendim biliyorsunuz ki elimizdeki mermiler toplar için büyük. Düşündüm ki tornada küçültebiliriz."
Bu çaresiz çözüm önerisi karşısında acımasını gizlemeyen bir bakış attı komutan genç mühendise.
-"Günde kaç mermi yetistirirsin?"
-"Merminin teki patlasa bütün imalathane havaya uçar, o yüzden barutu boşaltıp yapmamız lazım. Bütün tornalarımı bu işe ayırsam günde 24 mermi efendim."
Komutan ayağa kalktı. Genç mühendisin omzundan babacan bir tavırla tuttu.
-"Bak evladım. Taarruz kapıda. O muhteşem taarruz sabahında bile sadece saatte 2300 mermi gerekiyor."
Mühendisin yüreğindeki umut ışığına kaç cephenin çamurunu görmüş çizmesiyle basıp söndürmüştü komutan. Genç zabitin yüzü yere düştü.
-"Anladım efendim, rahatsız ettim, müsadenizle..."
Genç zabit çıkıp gitti odadan. Komutan emir subayına döndü,
-"Şuna üç kasa mermi verin."
-"Baş üstüne Paşam!"

***

-İmalat-ı Harbiye cephe gerisi atölyesi-
-"Ne dersin usta bey, adam edebilir miyiz bu küçük canavarı? Barutu boşaltmadan başarabilir miyiz bu işi?"
-"Ederiz etmesine de... Bu kadar insanın mesuliyetini alamam. Geceleyin deneyelim. Ya başarırız ya da..."
-"Dur orda usta bey! Gerisini getirme. Başaracağız. Zira Allah ile vatan ve milletin namusu bizden bunu istiyor.
Usta şöyle bir baktı mühendise. Gözlerinde iman ve umut ışığı, zafere inancın mutlak kudreti.
-"Değil mi ki bu iş buraya dayandı,
Değil mi ki bu can emanet bu bedene,
Değil mi ki can feda vatan sağolacak ise,
Değil mi ki yer üstündeki mahlukat ve yer altındaki şüheda ecdat hesap soracak bize,
O mermiyi yapamazsak bile
O topun içine girip
O namuzsuz düşmana atılmak için biran önce
O topçu zabite ateş emrini vermeyene
Çoluğu çocuğu yavuklusu tükürsün yüzüne!

Genç zabit şöyle bir baktı karşıdaki tepelere. İzmir... İzmir'i görüyordu gönül gözüyle. Hayatında hiç gitmemişti İzmir'e. Hiç gidip görmediği bir şehrin özlemini duyuyordu.

***

-Gece yarısı-
-"Haydi bismillah..."
-"Jeneratörü çalıştırın."
-"Islat."
-"Döndürmeye başla."
-"Dikkatli ol Usta Bey."
-"Merak etmeyin."
-"Haydi vatan millet aşkına.. Haydi be gözünü sevdiğim.. Sana yeni boya yaptıracağım.. Haydi kulun kölen olayım.. Ayağının altındaki takoz olayım. Allah'ım sen bu milletin yüzünü kara çıkarma. Haydi ustam, haydi babam, haydi ağam.. Ellerin dert görmesin, soğuk rüzgar değmesin. Haydi be tornacığım... Yaparsın be güzel tornam. Sana madalya taktırırım. Gazi ilan ederim seni! Çavuş bile yaparım be tornam.. İmalat-ı Harbiye çavuşlarından Torna Tesviye! Kendi aramızda sana Paşa Hazretleri bile derim. Yanından geçerken selam dururum. Allah aşkı için yap şu mermiyi. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını kurtarmak için yap. Saçları buğdaydan sarı yüzleri güneş yanığı Anadolu kadının namusu için yap. Rabbi yessir... Rabbi yessir... Rabbi yessir...
-"Bitti."
-"Kaç saniye?"
-"Bir dakika dört saniye!"
-"Yani?"
-"Uyumadan çalışırsak tek tornada günde 1000 mermi."
-"Sekiz tornamız var, 8000!"
-"Daha bitmedi mühendis bey, sen Abdullah ustanı dünkü çırak mı sandın?"
-"Ne oldu, ne var?"
-"Arka atölyeye  bu iş için yirmi bir el tornası hazırladık."
-"Ver o elini öpeyim! Elin yetmez ayağını öpeyim! Allah'ım... Oldu! Bu iş tamam!"
Genç mühendis ağlamaya başladı. Ustalar saygılarından o yalnız bıraktılar.

Bize de derler çakıcı... Ah.. fidan boylum....

***
26 Ağustos 1922 - 05.30

-"Birinci batarya, ateeeeşşş!!"
-"İkinci batarya, ateeeeeşşş!!!"
-"Üçüncü batarya, ateeeeeeşşş!!!"

-Beş otuz.
Ve topçu ateşiyle
Ve fecirle birlikte başladı büyük taarruz

Allah Allah Allah Allah Allah Allah......

Şu kopan fırtına Türk Ordusudur Ya Rabbi
Senin uğrunda ölen ordu budur Ya Rabbi
Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed namın
Galip et çünkü bu son ordusudur İslam'ın

Yüz yirmi bini bir taraftan, doksan bini bir taraftan, yıldırım gibi düştü düşman üstüne!
Birinci gün berabere,
İkinci gün biz yendik,
Üçüncü gün kıskaç,
Dördüncü gün Sincan Ovası, düşman cephesini yardık!
Türk Ordusu Başkomutanı sıcak hatta kadar inmiş, siperlere girmiş, askerlerinin yanında takip ediyor savaşı. Yanına yöresine düşen şarapnel parçalarına aldırmadan, yılların sinir boşalmasını yaşayarak fırlıyor siperden,
"Hacianesti!! Gel de ordularını kurtar!"
Beşinci gün, General Trikupis, Paşa hazretlerinin huzurunda,
"Üzülmeyiniz General, askerlikte yenilmek de var."
Altıncı gün Türk Ordusu İzmir yolunda,
Bir ara alçak 11 yunan tümenini, askerden önce halk tırpanla kovalıyordu.
Askerlik töresine uyulması Türklerde kati kuraldı ama alçak 11 yunan tümeninin komutanı malesef(!) linç edildi.
Bir ara Belkahve, "Biliyor musun İsmet, bir rüya görmüş gibiyim."
Bir ara Nif, bütün kasabalı hayran gözlerle ona bakıyordu, nefeslerini tutmuşlardı. Döndü paşalara, "Böyle zafer mi olur, bu ne sessizlik? Yiiinee bir güül nihaaal..." Başladı şarkı söylemeye.
Bir ara Yüzbaşı Şeref ilk adımı attı İzmir'e, 9 Eylül!! Sonradan Şeref İzmir oldu kendileri.
Bir ara Muhteşem Fahrettin Paşa, sancakla beraber girdi kordona, annelerden biri, "Yıllardır hasretiz bu sancağa, aç da öyle yürü evladım!" dedi. Anne öyle dedi de, Yunan'ın bütün Türk bayraklarını topladığı İzmir, o gün beyaz ay yıldızlı al bayrak doluydu! İzmir'in kadınları civar yörede kırmızı beyaz iplik kumaş bez ne varsa toplamış Türk Ordusunun geldiğini duyunca bir gece önceden sabaha kadar bayrak dikip şehri süslemiş.
Bir ara körfezi terkeden düşman donanmasının ardından bile bakmayan Başkomutan Mustafa Kemal Paşa.

Bir ara İstanbul gazetelerinin son baskılarında sürmanşet:
"Elhamdülillah İzmir'i aldık."

12 Eylül 2019 Perşembe

Monolog - 9

Hep bir çalışma odası olsun isterdi. Odayı ortadan ikiye bölüp bir tarafını atölye diğer tarafını ise kütüphane yapmak, bu kutuphanenin olduğu tarafta eski tip genişçe bir masa, masada bir kaç çekmece. Masanın üstünde bütün odayı kaplayan kütüphaneden alınmış bir kaç kitap, kitapların kenarlarına köşelerine notlar alınmış, bazı satırların altı çizilmiş olsun, bir taş plaktan gelen rahatlatıcı müzik eşliğinde önünde türk kahvesi... Bu manzarayı Paşa'nın Belkahve'den İzmir'e baktığı gibi izlemek isterdi.
Kütüphaneden yer kalmadığı için sağda solda duran eserlerinden birinde Rousseau'nun o pek beğendiği sözünü hanımının tuvali üzerine yazmak hayali bıyık altından gülümsetirdi onu. Tabi Rousseau çok romantik bir hayal değildi. Zaten konu da romantizm ile ilgili değil, kendini gerçekleştirme(self-actualization) ile ilgiliydi.
Sahi ya, kendini gerçekleştirme... Ama nerede?...
Gökyüzü ak-kara bulutlarla kaplı. Hint Okyanusu'nda bir yerde, dört bir taraf ufuk alabildiğine deniz. Denizde kuzular meleşmeyi geçmiş çığlık çığlığa feryat figan. Bu yaygaranın ortasında bir adam ve yüzüne saatte otuz mil ile çarpan rüzgar. Şöyle bir baktı nerede olduğuna. Sadece hayat mı suda başladı.. Bütün bu enginliğin ortasında insan kalınca bir başına, anlıyor bazı şeyleri. Felsefe mi istiyorsun, hani şu bütün gece gökyüzüne bakıp düşünürken dünyanın yuvarlak olduğunu anlayan adamların yaptığı şey, -artık ne kadar uzun baktılarsa eşyanın doğası gereği farketmişler olsa gerek- Eğer felsefe istiyorsan işte o tam da burada. Tefekkür mü? Görmez misin ki, Allah'ın lutfuyla gemiler denizde nasıl akıp gidiyor? Meditasyon mu istiyorsun? Dışarıda deniz sesi ve kokusu, dinlendir dinlendirebildiğin kadar ruhunu. Böylesine bir başlangıç noktasında insan kendini yok zannediyor. Adam güverte kadar çıkan yeni bir dalgayla düşüncelerinden uzaklaştı.
Gece üzerinden atması yürek isteyen o el yapımı kışlık yorganlar gibi örtmüştü dünyayı. Bulutların ardında ay, soluk ve bezgin ışıyor. İkinci Dünya Savaşı öncesi Avusturya'sında geçen romanlardaki o puslu karanlık sokakların buhranını hissettiriyor insanın ruhunda. İşte orada Sedir yıldızı. Kraliçe'nin baş tacı. Denizler geliyor dört nala, denizler geliyor kabara kabara, denizler denizler... Az önce yine güverteye kadar çıktı denizler. Savaşçı düşmüş yediz kız kardeşin peşine, binlerce yılın kovalamacası bu.
Bu varlık içinde yokluğu hissetmek.. Bu ihtişamlı azamet karşısında acziyeti iliklerine kadar duymak. Kendini gerçekleştirmek demiştik değil mi? Hangi kendini?

Ferhan Abi'nin müsadesi ile...

Gün doğuyor gök bulutlu turuncu
Henüz ortada yok beklenen güneş

İçimden garip bir ses
Vira demir git diyor
Denizden gelen bir ses
Sen sabahı bekleme
Geceden al demiri
Gün doğmadan git diyor

Uyanıp içimin sesine varsın bozuk oldun pusula
Sular nereye götürürse, karalar çok sınırlıdır
Dünya denizden ibaret
Vira demir eyvallah....