5 Ağustos 2020 Çarşamba

Yazımsı

Büfeden iki kutu arpa suyu bir paket de deve muadili aldı. Seyyar sandalyesini kumsala attı. Denize karşı şöyle bir arkasına yaslandı. Karşısında ay ve yakamoz.. Onlara eşlik eden Jüpiter, Satürn ve batmakta olan akrep takım yıldızı. Kumsala ürkekçe çarpan dalgacıklar. Karşı sahilde Biga. Fonda canlı müzik mekanlarından gelen gitar ve şarkı sesleri. Ayaklarında serin kumlar.

Ve bomboş bir zihin...

Kulaklarında son nefesini bir plak kaydına veren Tanju Okan ve K....

Bohemcilik edatlardan ibarettir. Al sana Cihangir ağzı bir türkolojizm.

Evet sayın okumayıcılar. Üstteki tasvirle ne alakası var değil mi bu -izm'in. O zaman ilan edelim:

BU YAZI ALAKALARDAN ALAKASIZDIR.

Araplar çölde yaşadıkları için devenin adım atma ritmine göre uzun ve kısa heceler söylerek şiir söylemeyi büyük maharet sayarmış ve bu sayede Büyük Divan Şiiri ortaya çıkmış.

Dost bîvefâ, felek bîrahm, devran bîsükûn
Dert çok, hemdert yok, düşman kavi, tali' zabûn

Neyse, bu kadar rahvanizm yeter. Baştan başlayalım.

Seyyar sandalyesini kumsala atıp şöyle bir kuruldu. Arpa suyunu açıp maskesini çıkardı ve koluna taktı.

Birinci yudum. Jüpitere baktı. Çok uzak... Ama ışığı gözünde, teninde. Bir takım derin manalara gebe bir düşünce. Denizler ve dalgalar kumsalda. Bağlamdan bağımsız cümleler.

BU BİR YAZI DEĞİLDİR.

İkinci yudum. Bunu anlatan bir tür edebiyat vardı. Bağlamdan bağımsız ve düşüncende belirir belirmez kelimeleri kağıda geçirdiğin bir tarz. Ortada herhangi bir cümle olmuyor, sadece psikanalistlere numune oluyor. Öyle garip bi'şey.

Üçüncü yudum. Lisede edebiyata dair şöyle bir fikri vardı. Gelecekte şiiri anlatan bir şiir yazacak ve adı şiir olacak. Romanı anlatan bir roman yazacak ve adı roman olacak. Terkib-i Bent'i anlatan bir terk-i bent yazacak ve adı..... Her türe bir örnek. Sapıklık....

Kavramlarla kavgalıydı hep. Kavramları kavramaya çalışıyordu. Herhangi belli bir kavramı değil, öyle alelade hangi kavram olursa olsun. -tüh paragraf başına dördüncü yudum yazmayı unuttum- neyse.

Beşinci yudum. Pençşenbe'den perşembe ise, beşinci yuduma bir isim verdi. Penç-guluk'tan perşuluk. Bir edebiyatçının dünya klasiği üretmekten daha büyük bir başarısı varsa o da diline bir kelime kazandırmaktır diye düşünürdü. Şekspir'i överdi bu konuda, ki zat-ı muallakları diline kelimelerden öte doğrudan gramer kalıbı katmıştı. Vaov!... O da bir kelimr üretti. Yoksayım. Yoksaymak değil, yoksayım. Anlamı mı? Anlamı yok :) ne bahtsız üretim değil mi... Çünkü yok diye bir şeyin olmadığını düşündüğü için yoksayım da yoktu. Olmayan bir şeye kelime üretmek, hahah...

Yedinci yudum. E önceki paragraf uzundu, altıncı o arada gitti. Sıkıldım, yeter bu kadar saçmalamak. Görüşürüz pek değerli okumayıcılarım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder